İKTİSAT KONGRESİNDEN  GÜNÜMÜZE

İKTİSAT KONGRESİNDEN GÜNÜMÜZE

17 Şubat 1923. Bundan tam 97 yıl önce toplandı İzmir İktisat Kongresi. Yıllarca süren 1. Dünya Savaşı ve ardından başlayan Kurtuluş Savaşı yeni bitmiş. Yanmış , yıkılmış bu topraklarda kurulan yeni devlette Cumhuriyet henüz ilan edilmemiş. Ulu önder Atatürk’ün ; ‘’Sizler, doğrudan doğruya ulusumuzu temsil eden halk sınıflarının içinden ve onlar tarafından seçilmiş olarak geliyorsunuz.

Bu itibarla ülkemizin durumunu, gereksinimlerini, ulusumuzun dertlerini ve isteklerini yakından ve herkesten daha iyi biliyorsunuz. Sizin söyleyeceğiniz sözler, alınması gereken onlemler, halkın dilinden söylenmiş sayılır olunur ve bunun için en büyük isabet olur. Çünkü halkın sesi, hakkın sesidir.’’ diyerek açtığı kongreye işçi, çiftçi, tüccar, esnaf, sanayici olmak üzere toplam 1135 delege katılmıştır. ‘Askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun iktisadî zaferlerle taçlandırılmazlarsa kazanılan zaferler yaşayamaz, kısa zamanda söner.” diyen büyük önderimiz ekonomik kalkınmanın önemine vurgu yapmıştır.

Bu kongrede; .El işçiliği ve küçük işletmeden derhal fabrikasyon siteme geçilmelidir. • Devlet yavaş yavaş ekonomik gücü olan organ haline gelmelidir. Özel sektör tarafından kurulan girişimler, devletçe desteklenmelidir.

• Özel girişimciliğe destek ve kredi sağlayacak iki devlet bankası kurulmalıdır.

• Dışarı ile rekabet edebilmek için sanayi bir bütünlük içinde kurulmalıdır. Yabancıların tekellerinden kaçınılmalıdır.

• Demir yollarının kısa sürede yapılmasına başlanmalıdır.

• İşçilere amele değil işçi denmelidir.

• Sendika hakkı tanınmalıdır. gibi önemli kararlar alınmış; bilime ve ülkenin içinde bulunduğu ekonomik duruma uyan halka uygun çözümler getirilmiştir.

Kimsenin boyunduruğu altına girmeden kendi kaynaklarımızla ve kendi çabalarımızla kalkınmanın yolu önerilmiştir. 1920 ile 1933 yılları arasında yeni Türk devletinin ekonomik, kültürel ve sosyal alanlarda kalkınmaya hazırlık yılları olmuştur. Bugüne geldiğimizde gördüğümüz manzara şudur ; Ekonomi dışa bağımlı hale gelmiş ; borç batağına saplanmış bir ülke durumuna düşmüşüz.

Üretim yapan tüm işletmeler (demirçelik fabrikaları, şeker fabrikaları, Merinos, Nazilli gibi kumaş üreten fabrikalar, Sümerbanklar, vb.) elden çıkarılmış; yok bahasına satılmışlardır. Üreten değil, tüketen topluma dönüştürülmüştür. Kendi kendimize yetebilen (7) yedi ülkeden biri olmakla övünürken kuru soğana muhtaç bir ulus ve ülke haline gelmişiz. Köylümüz, yumurtasını, soğanını, patlıcanını , domatesini üretemez olmuş; kentlerden alacak duruma düşmüş.

Geçmişe özlem duyulurken çadır kültürüne geri dönmek olduğunu yeni yeni anlamaya başlamışız. Çadırlarda kurulan Tanzim Satışların , uygarlıkta ne denli ilerlediğimizin bir kanıtı olsa gerek. Dünyanın bizi kıskandığı uygulama bu olsa gerek. ‘’Çünkü bu kuyruklar, yoksulluk değil ; varsıllık göstergesidir.’’ diyor bir bilge kişi. Bir önerim olacak: Çadır satışlarında Barış MANÇO’nun ‘’domates, biber, patlıcan’’ adlı şarkısının sürekli çalınması bu ortama çok uygun düşer.

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?