Karacoğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm.”
Karacaoğlan, 17’nci yüzyılda ( günümüzden dörtyüz yıl kadar önce) yaşamış ünlü bir halk ozanıdır. Yaşadığı yer ile ilgili değişik söylentiler da olmasına karşın, Toroslar’a yakın bir köyde doğduğu ağırlık kazanmaktadır.
Karacaoğlan’ın şiirleri aşk ve doğa üzerinde kuruludur. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi ve ölüm en çok değindiği konulardır. Duygularını, yaşadıklarını, düşüncelerini içten, gerçekçi ve özgün bir şiir yapısı içinde anlatır.
Karacaoğlan, Türk aşık edebiyatına yepyeni bir söyleyiş biçimi getirmiştir. Doğa benzetmelerini sık sık kullanır. Çok yalın ve temiz bir Türkçe’si vardır. Kendisinden sonra gelen birçok ozanı derinden etkilemiştir. Bu olumlu etkiler günümüz Türk şiirine kadar uzanır.
Karacaoğlan, yaşadığı çağda yetişmiş başka saz şairlerinin tersine, dil ve ölçü bakımından Divan Edebiyatı’nın ve tekke şiirinin etkisinden uzak kalmıştır. Anadolu insanının o çağdaki günlük konuşma diliyle Türkçe yazmıştır. Kullandığı Arapça ve Farsça sözcüklerin sayısı azdır. Yöresel sözcükleri ise yoğun bir biçimde kullanır. Deyimler ve benzetmelerle halk şiirinde kendine özgü bir şiir evreni kurmuştur. Bu da onun şiirine ayrı bir renk katar. Bu sözcüklerin birçoğunu halk dilinde yaşayan biçimiyle, söylenişlerini bozarak ya da anlamlarını değiştirerek kullanır.
Karacaoğlan, halk şiirinin geleneksel yarım uyak düzenini ve yer yer de redifi kullanmıştır. Hece ölçüsünün 11’li (6+5) ve 8’li (4+4) kalıplarıyla yazmıştır. Bazı şiirlerinde ölçü uygunluğunu sağlamak için hece düşmelerine başvurduğu da görülür. Mecaz ve mazmûnlara çokça başvurması, söyleyişini etkili kılan önemli öğelerdir. Şiirsel söyleyişinin önemli bir özelliği de, halk şiiri türü olan mani söylemeye yakın oluşudur. Koşmalar, semailer, varsağılar ve türküler şiirleri arasında önemlice yer tutar. Bunların her birinde açık, anlaşılır bir biçimde, içli ve özlü bir söyleyiş birliği kurmuştur.
Konumuz, Karacaoğlan değildir elbet. Gündemde olan bir konuyu yüzyıllar öncesinden anlattığı için yazımın girişini oluşturdu. Ayrılık, yoksulluk ve ölüm, birbirinden üstün tutulamayan, birbirine denk üç olgu olarak tanımlamış. Yoksulluğun , ayrılık ve ölüm denli kişiye acı verdiğini anlatmış. Halkının sorununu , halkının gerçeğini yüzyıllar öncesinden dile getirmiş. Sanatçı, toplumu düşünen,ileriyi gören kimsedir. Sanatçı,toplumun acılarını, sevinçlerini, sorunlarını dile getiren kişidir.
Yüzyıllardır, halkımızın yazgısı hiç değişmemiş. Acılarla , yoksullukla boğulmuş hep. Yıllardır ülke yönetiminde söz sahibi , iktidarın küçük ortağı, ” Askıda Ekmek” projesiyle halkın yoksulluğunu belgelemiş, yönetim beceriksizliğini kanıtlamış oldu. Üst düzey bir yetkili ise ” Eve ekmek götüremeyen var mı? ” diyerek ülkenin gerçeklerinden habersiz küçük ortağı yanıtlamış oldu. Ekonomiden sorumlu bakan ” dolarla mı maaş alıyorsun?” ya da ” dolar mı dolmaz mı? diyerek yoksulluğu küçümsediğini gösterdi.
Aileden sorumlu bakan ise yoksulluğu hiç anlamadığını farklı bakış açısıyla ortaya koydu. “Hangi yolsulluktan söz ediyorsunuz?”diye sordu . Gerçek yoksulluk mu , sanal yoksulluk mu , öznel yoksulluk mu , nesnel yoksulluk mu ? Yoksa kent yoksulluğu, ya da köy yoksulluğu mu ? diye sorarak yeni kavramlar geliştirdi. Ama yoksulluğu hiç yaşamadığını, tanımadığını gözler önüne serdi. Sanki başka ülkelerden gelmiş gibi tavırlar sergiledi.
Bir hafta önce yaşadığımız İzmir Depremi ile ilgili konuşan bir deprembilimci, ” Deprem, yoksulları öldürür, vardıkları değil” diyerek bir gerçeği gözler önüne serdi. Yoksul insanların evleri yıkıldı. Yoksullar, enkaz altında kaldı. Yoksullar can verdi. Yoksullar, evsiz barksız kaldı. Yönetenlerin göremediği ya da görmek istemediği gerçeği, doğa acı biçimde anımsattı.
Yoksulluğun ne olduğunu anlamaya çalışalım. Nedir yoksulluk?
Yoksulluk , günlük temel gereksinimlerinin tamamını veya büyük bir kısmını karşılayacak yeterli gelire sahip olmama durumudur. Özellikle, yiyecek, içecek, barınma, giyim, kuşam gibi temel gereksinimlere zor erişmek ya da hiç erişememektir.
Yoksulluk; açlıktır, işsizliktir, evsizliktir . Eve ekmek götürememek, çocuğuna süt ya da bez alamamaktır. Çocuğunun yüzüne bakamamaktır. Yoksulluk, hasta olup doktora gidememektir. Ölümcül hastalıklara yenik düşmektir. Yoksulluk, okula gidememektir. Eğitimden uzak kalmaktır. Varsıllara hizmet etmektir. Güçsüzlüktür. Çaresizliktir. Ezikliktir. Bir lokma ekmeğe muhtaç olmaktır. Komşusunun ya da işverenin eline bakmaktır.
Egemenler, kendilerinin eline bakan, bir lokma ve bir hırkaya muhtaç insanlar ister. Ölmeyecek denli ücret verirler. Yoksulların ölmesini de istemezler. Çünkü ucuz iş gücüne, ucuz emeğe gereksinim duyarlar. Bir paket çay, bir torba kömür ile gönüllerini alırlar. Sadakaya alıştırırlar.
Yoksulluk, yazgı değildir. Gelir kaynakları hakça bölüşülse kimse kimseye muhtaç olmaz. Yoksulluk, ortadan kalkar.
Gel de büyük eğitimci İsmail Hakkı Tonguç’u anma . Ne diyordu büyük insan: ” Elimden gelse dünyadaki tüm okulların programlarına insanın insanı sömürmesi ile ilgili dersler koyardım”.
Bu düş gerçekleşseydi, sömürü olmasaydı dünya ne güzel olurdu.
Yoksulluk, yazgı değildir.