Ücretli öğretmenler, Türkiye’deki eğitim sisteminin en büyük sıkıntılarını yaşayan gruplardan biri haline geldi. Ücretli öğretmenler Kasım ayı ücretlerini 10 gündür “ödenek gelmiyor” bahanesiyle alamıyor ve bu durum giderek daha büyük bir adaletsizlik halini alıyor. Maaşlarını alamayan ücretli öğretmenler, geçimlerini sağlamak ve temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için eşlerinden ve dostlarından borç para istemek zorunda kalıyorlar. Mevsimlik işçiler gibi çalıştıkları kadar “ücret” alan ücretli öğretmenler, yasal asgari ücretin bile altında çalışarak hem geleceği inşa etmeye hem de hayatta kalmaya çabalıyorlar.
85 bin öğretmen açığını ücretli öğretmenlerle kapatmaya çalışan yetkililer, eğitim sisteminin temel sorunlarını çözmek yerine “ucuza çalıştırarak” günü kurtarmaya çalışıyor.
Düşük maaşlarla zar zor geçimlerini sağlamak zorunda kalan bu öğretmenler, ödemelerinin düzensizliği ve sosyal güvenlik primlerinin sadece ‘çalıştıkları gün kadar’ yatması gibi sorunlarla da karşı karşıya. Bu durum, öğretmenlerin uzun vadede büyük hak kayıpları yaşamalarına neden oluyor.
Ücretli öğretmenler o kadar çaresiz ki, 100 yıl öncesinin çalışma koşullarında çalışmak zorunda kalıyorlar. Yoksulluk ve güvencesizlik, onları adeta kölelik düzenine yakın bir çalışma hayatına itiyor. Aynı sınıflarda ve derslerde çalışan kadrolu öğretmenlere kıyasla çok daha düşük ücretlerle çalışıyorlar, ancak emeklerinin karşılığını alamadıkları gibi maaşları ve sosyal güvenceleri düzensiz. Ücretli öğretmenlerin hastalık, cenaze veya acil bir durumda bile ücretleri anında kesiliyor, bu da onları daha da savunmasız bırakıyor.
Okulların kapalı olduğu her dönemde ne maaşları ödeniyor ne de sigorta primleri yatırılıyor. Çalıştıkları süre boyunca bu öğretmenlerin iş garantileri yok. Hem çalışma koşulları hem de maddi şartlar, onları iş güvencesizliğin en derin noktasına sürüklüyor. Ücretli öğretmenler, adeta yüzyıl önceki işçi koşullarını arar hale geliyorlar.
Kadrolu öğretmenlerle aynı dersleri veren ücretli öğretmenler, aynı emek ve özveriyi harcamalarına rağmen, kadrolu öğretmenlerin maaşının yaklaşık %30’unu alabiliyorlar. Bu büyük eşitsizlik, ücretli öğretmenleri yalnızca maddi açıdan değil, aynı zamanda sosyal güvence açısından da derin bir güvencesizlik içinde bırakıyor.
Eğitimde tasarruf politikaları, öğretmenlerin hak kayıpları üzerinden sürdürülürken, sistemin gerici bir anlayışla yeniden yapılandırıldığı iddiaları her geçen gün artıyor.
Eğitim sisteminin içindeki bu yapısal sorunlar, yalnızca ücretli öğretmenleri değil, aynı zamanda öğrencilerin eğitimini de olumsuz etkiliyor. Ücretli öğretmenler, kölelik düzeni altında çalışırken, aynı zamanda eğitimdeki kalitesizlik de artıyor. Okulların bakımsızlığı, derslik yetersizliği ve eğitimdeki eşitsizlikler, eğitimdeki büyük krizle birleşiyor.
Ücretli öğretmenler, hayatlarını sürdürebilmek için verdikleri mücadelenin yanı sıra, eğitim sisteminin adaletsiz yapısına karşı da tepki gösterip dertlerini anlatamıyorlar. İş güvencesi olmayan öğretmenler, her şikâyetin “kapının önüne konma” tehdidiyle sonuçlanabileceğini bildiklerinden sessiz kalmak zorunda bırakılıyor.
Vicdan ve empatiden yoksun bu sistem, öğretmenlerin emeğini değersizleştiriyor. Bütçeden en büyük pay eğitime ayrılıyor gibi görünse de, bu kaynaklar öğretmenlerin maaşlarına ve eğitim kalitesine yansımıyor. Maaşları vaktinde ödenmediği gibi, haklarını talep eden öğretmenler baskıyla susturuluyor.
Eğitimin temel taşı olan öğretmenlerin, ücretli de olsa, böylesi bir duruma düşürülmesi kabul edilemez. Bu sistemin düzeltilmesi ve emeğin değerinin korunması, hem öğretmenler hem de toplumun geleceği için bir zorunluluktur.