Köşe yazarımız Zeki Baştürk makalesinde;
Aras Bulut 1 yaşında
Masal Işık 2 yaşında
Aslan Miraç 3 yaşında
Funda Peri 4 yaşında
Fadime Nefes 5 yaşında
Beş çocuk. En küçüğü 1 , en büyüğü 5 yaşında. Aralarında birer yaş var. Ne güzel çocuklar. Tertemiz , masum yüzler, çevresine merakla bakan gözler. Geleceğin, güneşi , yıldızları onlar. Büyüyüp ülkesine hizmet edecekler.
Olmadı. Büyüyemediler. Yoksulluk, büyümelerine izin vermedi. Derin yoksulluk, daha bebekken yaşamdan kopardı onları. Doyamadan ayrıldılar bu dünyadan. Kendi başlarına bırakılmışlar bu köhne , bu bakımsız yerde. Henüz , ayırdında değiller hiç bir şeyin. Elektrik sobasının devrilmesiyle çıkan yangında bu beş kardeş, yanarak can vermiş.
Derme çatma bir ev. Aslında gecekondu bile değil, baraka değil, ev değil. Nasreddin Hoca’nin türbesi gibi dört bir yanı açık. Camı, çerçevesi olmayan bir yer. Ama evlerinin önünde Türk bayrağı asılı. Çocuklar, böylesi bir yerde yaşam savaşı veriyorlar. Ama evlerinin önünde Türk bayrağı asılı. Tüm yoksulluğa, olumsuzluğa karşın yurdunu seven, yurtsever bir aile.
Bayrağını seven, ülkesini seven bu ailenin babası cezaevinde. Beş çocuğundan uzakta, onların özlemiyle yaşıyor. Anne, henüz 26 yaşında, beş çocuk sahibi. Babanın hapse düşmesiyle evin yükü, sorumluluğu omuzlarına yüklenmiş. Kağıt toplayarak kazanacağı üç beş kuruşla çocuklarının karnını doyuracak. Buna doyurmak denemez. Çocukların kursağından bir şeyler girecek, mideleri bir şeylerle dolacak.
Sattığı hurdaların parasını almak üzere giderken elektrik sobasını yanık bırakır. Çocuklar üşümesin diye. Kapıyı üzerlerinden kilitler. Çocuklar çıkmasın diye. Çünkü kısa süreliğine gidecektir. Parasını alıp dönecektir hemen.
Döndüğünde evinden çıkan dumanları görür. Feryat eder, çığlık atar, yardım ister . İş işten geçmiştir. Çocukların kimisi dumandan zehirlenmiştir; kimisi yanmıştır. Sonuçta tümü de bu dünyadan sonsuzluğa göçmüştür.
Bu ülkede ağaç olmayacaksın. Ya keserler ya da yakarlar.
Bu ülkede kadın olmayacaksın. Saçını süpürge etsen de yaranamazsin kimseye. Ya şiddet görürsün ya da öldürülürsun hem de en yakınların ve en çok sevdiklerinden.
Bu ülkede hayvan da olmayacaksın. Ya tekmelenirsin ya da topluca gömülürsun toprağa.
Bu ülkede çocuk hiç olmayacaksın. Her türlü olumsuzluk gelir başına. Yaşasalardi belki de biri bilim insanı olacaktı, ulusa ve insanlığa yararlı olacaktı. Sanatçı olacaktı öbürü. Güzellikler sunacaktı topluma. Bir diğeri politikacı olacaktı belki de. Ulusun yazgısını değiştirecekti. En küçükleri sporcu olacaktı belkide. Uluslararası alanlarda, olimpiyatlarda madalyalar kazandıracaktı ülkemize. Derme çatma evlerinin önüne asılan şanlı Türk bayrağını göndere çektirerek göğsümüzü kabartacaktı.
Güneş, elmayı tatlı, biberi acı yapar. Aynı güneş, aynı sıcaklık, kimi meyveyi tatlı yapıyor, kimi sebzeyi acı.
Suç, güneşte mi ? Çocuklarını kaderlerine terk eden babada mı? Sobayı yanık bırakıp kapıyı üzerlerinden kilitleyen annede mi? Yoksa onsekiz kez evi ziyaret edip oradan ayrılınca gördüklerini unutan, yardım elini uzatmayan, çocuklara sahip çıkmayan sorumlular da mı?
Sizce de yoksulluk yazgı mıdır?