GAZETECİ “AYSIN KOMİTKAN” NEDEN FETÖ ELEBAŞINA “ALLAH RAHMET EYLESİN” DEDİ?

GAZETECİ “AYSIN KOMİTKAN” NEDEN FETÖ ELEBAŞINA “ALLAH RAHMET EYLESİN” DEDİ?

Bursa Vatan Medya Gurubu yazarlarından Cüneyt Bülent Şeker, bir basın mensubunun başına gelenleri kaleme aldı. Cüneyt Bülent Şeker makalesinde; ”

Gazeteci Aysın Komitkan “Bursa da Bugün” Televizyonunda canlı yayın programını yaparken FETÖ elebaşı hakkında “Mekânı Cennet Olsun” şeklinde bir cümle sarf etmesi üzerine gözaltına alındı. Aysın Komitkan’ı uzun süredir tanırım, yaşam tarzı- dünya görüşü bilinen, bu tür cemaat işlerine uzak bir insandır, yani benim tanıdığım Aysın Komitkan böyle bir sözü kasten-bilerek söyleyecek bir insan değildir.

Bir dil sürçmesi sebebi ile böyle bir lafın ağzından kaçtığını düşünüyorum. İnsan hasta olabilir, gece uyumamış-yorgun olabilir, nihayetinde canlı yayında ağzınızdan çıkan her şeyi kontrol edemiyorsunuz, böyle bir durum herkesin başına gelebilir…

Ve bizim kültürümüzde ölen herkesin ardından (sevmesen de, hatta düşmanın dahi olsa)  “Allah günahlarını af etsin, mekânı cennet olsun vs.” sözler sarf etmek adettendir, hatta bir refleks olarak söylenir. Ben Aysın hanımın bu toplumsal refleksin kurbanı olduğunu düşünüyorum.

Geçmişte FETÖ seviciliği yapanların dahi (Rüzgâr FETÖ aleyhine esince) bu gün FETÖ’ye kırk yıllık düşmanları gibi sövdüğü düşünülür ise, hiçbir zaman bunların yanında yer almamış, dünya görüşü bunlara tamamen zıt olan Aysın Komitkan’ın terörist başına bilerek rahmet okuyacağını hiç zannetmiyorum. (EK-1) Ancak bu durum çok bariz olmasına rağmen, Aysın Komitkan sosyal medya ve bir kısım medyada linç edildi.

Ben bu FETÖ meselesinde toplumda da bir ikiyüzlülük görüyorum; bir zamanlar işlerini hallettirmek için onlara yakın olmaya çalışanlar, yaptıkları zulümlere ses çıkartmayanlar, rüzgâr FETÖ aleyhine esmeye başlayınca birden aklı-insafı-adaleti bir tarafa bırakarak cadı avcılığı yapmaya başladılar. Kimisi siyasi rakibine fetöcü dedi, kimisi alacaklısına, kimisi de kızını almaktan vaz geçen damat adayına… Ve ortalık iftira dolu ihbarlardan, şikâyetlerden geçilmez oldu!

Bilen bilir, basın mensupları daha iyi bilir… Ben 17-25 Aralık sürecinde FETÖ’ye ilk dava açan, FETÖ savcılarını ilk şikâyet eden kişiyim, “Çatı davasında” Cumhurbaşkanı ile birlikte müşteki olarak yer alan 25 kişiden birisiyim. (EK-2) O zamanlar adliye binası önünde arkadaşlarım ile FETÖ savcıları aleyhine basın açıklaması yaparken “Sen hükumeti koruyorsun” denilerek üzerime yürünmüştü… Halbuki ben hükumeti korumuyordum, ben “Adaleti” korumaya çalışıyordum, bu günde aynı sebepler ile bu yazıyı yazıyorum.

O zamanlar bana destek vermesini istediğim birçok kişi; “Sana destek veremeyiz, bunlar çok güçlü, sende kendine dikkat et, çocukların var…” gibi sözler söylemişlerdi. Bende FETÖ aleyhine yaptığım bu basın açıklamasından sonra 3 ay tutuklanmayı beklemiştim, sonunda kazanan taraf belli olunca herkes güçlünün yanında yer aldı ve sonra da bu “Kraldan çok kralcılar…” ortaya çıktı.

FETÖ’nün üzerine gidilmesi doğru idi, doğru olmayan ise birçok masum insanın da iftiralara kurban gitmesi, FETÖ’nün beyin takımının yani ihanet kısmının yurt dışına kaçması, bedel ödeyen zenginlere dokunulmaması, siyaset kısmına ise “Hiç ama hiç” elleşilmemesi idi!

Gariban kesim yani “İbadet kısmı” ise ezildi, mahkemeler de hapishanelerde süründü, cemaat mensupları ile bir sebepten ticari, sosyal bir ilişki içinde olanlar, birkaç kez telefon görüşmesi yapmış olanlar, hatta nerede ise fetöcülere yanından geçerken sürtünmüş olanlar (Ki fetöcülerin dokunmadığı hiçbir kesim kalmamıştı) gözaltına alındı, hatta tutuklu olarak yargılandı ve bunların birçoğu da (Aylarca-yıllarca tutuklu kaldıktan sonra) beraat etti!

Halbuki FETÖ geçmişteki (Sağlı-Sollu) birçok hükumet tarafından “Ilımlı İslamcı, legal” bir yapı olarak görülmüş ve halka da böyle lanse edilmişti, nedense FETÖ yargılamaları esnasında “Halkın da kandırılmış olabileceği” kimsenin aklına gelmedi

O zamanlar gördüğüm garabetlerden biri de şu idi; FETÖ örgüt mensupları (Özellikle işin gerçekten içinde olanlar) itirafçı oluyor, sekiz-on tane tane gözden çıkarttıkları veya söz dinlemeyen cemaat mensubunu ihbar ederlerken, yanında da birkaç tane masumu, hatta FETÖ düşmanlarını da ihbar ediyorlar ve bunlarda gözaltına alınıyorlardı! Bu gözler neler gördü…

Polisler; “Aman bir ihbar var savcıya sevk edelim o karar versin…” diyor, Savcılar; “Polis araştırmasını yapmış, ben sevk edeyim, mahkeme karar versin…” diyor, mahkemeler; “Polis araştırmasını yapmış, savcı sevk etmiş, iddianamesini hazırlamış, ben mahkûmiyet kararı vereyim de İstinaf-Yargıtay beraat versin…” diyordu, yani FETÖ mücadelesi veren kamu kesimi bile; “Belki farkında olmadan bir fetöcü ile el sıkışmışımdır, benim de başım yanmasın…” derdinde idi! Özellikle sağ-muhafazakâr hâkim-savcılar (Yanlış anlaşılırız) kaygısı içinde çok daha sert kararlar veriyorlardı.

Öyle garip bir ortam vardı ki; Ceza hukukunda mahkûmiyet verilmesi için temel prensip; “Suç isnat edenin iddiasını kesin bir şekilde ispatlaması” ve “Şüpheden sanığın yararlanması” iken şüphelilere/sanıklara “Hakkınızda ihbar var, hadi fetöcü olmadığınızı ispat edin…” deniliyordu…

Ben üst düzeyde Cumhurbaşkanı ve etrafındaki birkaç kişi hariç, (Samimi olarak ve hakkı gözeterek) kimsenin FETÖ ile mücadele ettiğine inanmıyorum. Cumhurbaşkanı FETÖ’yü; İhanet, ticaret, ibadet kısmına ayırmıştı ama bu ayırım pek dikkate alınmadı, bir güç bu soruşturmaları yörüngesinden çıkarttı, bu iş önce bir korku atmosferi içinde ve cadı avına döndürüldü, daha sonra bu atmosfer biraz dağılınca da etkili adamlardan hâkim savcılara; “Bu bizim arkadaşlardan, o öyle birisi değildir…” telefonları yağmaya başladı.

Yani yargıya başlangıçtaki “Tutukla” baskısı, daha sonra “Serbest bırak-beraat ver…” baskısına dönüştü, yargı o dönem hiç rahat bırakılmadı. Yargının üzerine o tarihte düşen gölge, bence görevine yeni başlayan hâkim savcıların üzerine de düştü, bana göre FETÖ soruşturmaları yargıda bir milattır.

Benzer bir baskı milliyetçi-muhafazakâr görüşlü avukatlar üzerinde de vardı (Masum olduğunu düşünseler bile) FETÖ sanıklarının davasını almaya cesaret edemediler veya tercih etmediler, o dönemde adaletin tecellisine yardım etmek görevi solcu avukatlara düştü…     

Bu anlayışla yürütülen FETÖ soruşturmaları ve yargılamaları sulandı, at izi it izine karıştı ve kurunun yanında çok fazla yaş da yandı… En önemlisi de halkın adalete olan güveni yara aldı, bu da bence FETÖ nün (Ve arkasındaki güçlerin) hedeflerinden birisiydi, ne yazık ki bu tuzağa düşüldü! Ben birçok insanın hatalı yargı kararları sebebi ile hapis yattığını düşünüyorum.

Geçmişte FETÖ’nün kaybetmesine sevinmiştim, kazansa idi terörist muamelesi görecektim. Bu günde FETÖ elebaşının ölmesine, daha doğrusu öldüğünün ilan edilmesine seviniyorum (Aslında çok daha önce öldüğünü, sadece bazı hesaplar gereği ölümünün geç ilan edildiğini düşünüyorum.) Böylece FETÖ ister istemez dağılacak veya bölünecek… Ama beni üzen şeylerde var, o da bu süreçte FETÖ kaybederken adalete olan güvenin ve yargının saygınlığının da kaybolmuş olması ve yargı bağımsızlığının zarar görmüş olması.

O dönemde yapılan kraldan çok kralcı uygulamalar, akıl ve adaletin bir kenara bırakılması sureti ile (Buhran hali içerisinde) yapılan işler bence FETÖ’nün verdiği zarardan daha fazlasını Devlete ve Millete verdi, çünkü Adalet Mülkün (Devletin) temelidir ve Halkın adalete güveni kalmadığı gün Devlet de biter, bir savaş veya kargaşa halinde Devlet görevlileri Halkı yanında bulamaz!

Netice olarak konumuza dönersek; Sehven de olsa bu sözü sarf ettiği için Aysın Komitkan ifade vermeye telefon ile çağırılabilirdi…

Ama bir kadın, Bursa’nın tanınmış simalarından birisi, ünlü bir gazeteci… Yolu kesilerek gözaltına alınmamalıydı!

Elbette çalıştığı basın kuruluşu da onun arkasında olmalı idi…

Avukat Cüneyt Bülent Şeker

(EK-1) https://www.yeniufuk.com.tr/aysin-komitgan-dan-aciklama-112394-haber/

(EK-2) https://www.agos.com.tr/tr/yazi/16086/25-aralik-usulsuz-dinleme-iddianamesi-mahkemede

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?