Köşe yazarımız Zeki Baştürk makalesinde;
Memleket bitti yine bitmedi hâlâ sen ben.
Bize bu hâl ile bizden büyük olmaz düşmen.
( Namık Kemal)
Seçimler bitti. Geçim derdi bitmedi. İşsizlik, pahalılık, gelecek kaygısı, eğitim, sağlık, gıda, ulaşım sorunları olduğu gibi duruyor. Emekçiler , iş güçlüğü icinde, emekliler geçim derdinde. Köylüler, emeklerinin karşılığını alamıyor, öğrenciler gelecek kaygısı taşıyor. Hiç kimse yarınların ne getireceğini bilemiyor.
Halk karamsar, halk umutsuz, halk kaygılı. Herkes borç batağında yüzüyor. Merkez Bankası rezervleri tükenmiş. Ülkemiz, Duyun- u Umumiye gibi dış ülkelere borçlanmiş. Doğmamış çocuklar bile borçlu.
Ülke bu durumdayken televizyonlarda konuşulan konulara bakıyoruz. Halkın sorunlarından uzak , koltuk kapma savaşları konuşuluyor. Ülkenin bu durumu, kimsenin umurunda değil. Ne bir sorun ele alınıyor ne de bir soruna çözüm üretiliyor. İncir çekirdeğini doldurmayan konular konuşuluyor. Kim kime ne demiş, kim kiminle kafa bulmuş, kim kimin yerine göz dikmiş. Tüm konular bunlar. Üstelik bunları konuşanlar da aydınlar. Aslında aydın geçinenler.
Yaklaşık iki yüz yıl önce gerçek aydın , gerçek yurtsever Namık Kemal, ülkenin içinde bulunduğu durumu ne güzel dile getirmiş:
” Memleket bitti, hâlâ bitmedi sen ben,
Bize bu hal ile bizden büyük olmaz düşmen.”
Osmanlı Devleti, yıkılma sürecine girmiş. Dünya sanayi devrimine geçmiş. Tüm dünya, aydınlanma çağına girmiş. Osmanlı ‘yı yönetenler aymazlık içinde.
Tanzimat yazar ve ozanları ( Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal vb.) aydınlanma ve özgürlük savaşı içine girmişler. Karşılığında görevlerinden alınarak , sürgünlere gönderilerek bedel ödemişler. Azim ve kararlılıkla mücadele etmişler. Namık Kemal, bugün vatan şairi, özgürlük şairi olarak anılıyor. O günün padişahının esamesi bile okunmuyor.
Namık Kemal, sesini duyurmak istiyor. Bırakın kendi kendinizle uğraşmayı, didinmeyi, koltuk kavgalarını. Ülke elden gitmiş. Bu durumda, başka düşmana gerek yok. Bizden daha büyük düşman olur mu bize?
Yoktan bir yurt kurulmuş. Elde yok avuçta yok. Bir de Osmanlı’nın borçları kalmış üstümüze. Bu durumda Cumhuriyet, ilan edilmiş. Büyülü bir el değmiş sanki. Güneş bir başka doğmuş o günden sonra. Fabrikalar kuruluyor, okullar açılıyor, ülkenin her yanı demir ağlarla örülüyor. Herkes mutlu, herkes umutlu. Yarınlara umutla, güvenle bakılıyor.
Bu güzel düzenin adı Cumhuriyet. Halkın kendi kendisini yönettiği bir düzen. Kimsesizlerin kimsesi olan düzen. Bu yıl, yüzüncü yılı kutlanması gerek. Kimseden ses yok, seda yok. Siyasal partiler, akademik odalar, sendikalar, dernekler, kooperatifler…Tüm Sivil Toplum Kuruluşları! Neredesiniz?
Cumhuriyet’in her yerde, her koşulda, her ortamda kutlanması gerekmiyor mu? Salonlarda toplantıların, alanlarda kutlamaların yapılması gerekmiyor mu? Cumhuriyet kazanımları, erdemleri, değerleri halka nasıl anlatılacak? Kimilerinin Türkiye Yüzyılı diyerek Cumhuriyet’ten uzaklaşmalarına seyirci mi kalınacak?
Cumhuriyet’i kuran Parti’nin yöneticilerine, örgütlerine ne demeli? Cumhuriyet’i, devrimleri, değerleri, erdemleri ne zaman konuşacaksınız? Değişim elbette gerekli ve zorunlu. Bırakın sen ben kavgasını. Cumhuriyet’e sahip çıkma zamanıdır şimdi.
Şimdi değilse ne zaman?