Köşe yazarımız Cüneyt Bülent Şeker makalesinde;
Covit-19 Sürecinden beri milletimize yapılan bu baskılara hukuken bir gerekçe bulmaya, bir anlam vermeye çalışıyorum.
Her ne kadar birçok hükmü bu gün uygulanmayan “Kadük” diyebileceğimiz bir kanun olsa da “Hıfzısıhha” kanunundan dolayı aşı baskısı bile hukuken tartışılabilir bir şeydi bence. (Hukuken doğru olduğunu söylemiyorum, sadece tartışılabilir…)
Ama sağlıklı çocuklara (Topuk kanı testi gibi) genel tarama testlerinin zorunlu tutulmaya çalışılmasından sonra anladım ki; “Aslında biz BAĞIMSIZ BİR ÜLKE DE DEĞİLİZ!”
Birleşmiş Milletler bünyesindeki, Siyonist ilaç kartellerinin güdümündeki Dünya Sağlık Örgütü tarafından ülkelere dikte edilen ve (Zorunlu olduğu iddia edilen) bu uygulama; insan bedenine zaruri bir sebep olmadan dokunulamayacağına dair (İnsan haklarına dayalı) tüm hukuku reddediyor ve anne-babanın çocuk üzerindeki velayet hakkını da yok sayıyor.
Yani amaç belli; çocuklarımızı tamamen elimizden almak…
Ülkemizde özellikle Sağlık-Aile-Tarım Bakanlıkları batının talepleri doğrultusunda politikalar izliyor, zaten bunu; sağlığımızın, aile yapımızın, tarımımızın çok kötü durumda olmasından, nüfusumuzun gittikçe azalmasından açıkça anlıyoruz. Bu derece kötüye gidişin sadece idari beceriksizlikle açıklanması mümkün değil.
Ülkemizdeki doğalgazı, petrolü ve toryum gibi madenleri çıkartamıyor olmamızı, topraklarımızın ortasında 36 adet ABD-NATO üssü olması gibi şeyleri saymıyorum bile, bunları kanıksadık… Ama artık çocuklarımızın kanı (Dolayısı ile DNA’sı) anne-baba rızası olmasa bile (Bir bahane ile) zorla alınmaya çalışılıyor ve bunun devamında da zorunlu tedavi (Otomatik olarak) geliyor! Yani artık çocuğunuz için zararlı olduğunu düşündüğünüz bir tedaviyi-testi reddedemeyeceksiniz!
Çocuklara anne-baba izni olmadan hiçbir tıbbi müdahale yapılamayacağı birçok kanunda açıkça yazılmasına rağmen (1219 m.70/f.I, c.1 ve HHY 24/1 gibi ) bu kanunlar yok sayılıyor. Çünkü o güç bunu istiyor… Günümüzde Devlet ve şirket kavramlarını birbirinden ayıran çizginin iyice inceldiği, tıp sisteminin gittikçe özelleştiği düşünülür ise bunun büyük bir sorun olduğu açık!
Bu sürecin bizi anne-babanın rızası olmamasına rağmen cinsiyet değişikliği ameliyatlarına getireceğini de düşünüyorum, batıdaki bazı ülkelerde bu uygulama şu anda var. Bu gelişmelerin gelecek neslin yozlaşmasına hizmet edeceğine hiç şüpheniz olmasın.
Fatih de 19 yaşındaki Semih Çelik’in (Kendisi ile aynı yaştaki) iki kız çocuğunu öldürüp intihar etmesine şaşıyoruz, ancak bunun sebebi açık; çocuklarımız artık bizi duymuyor, dinlemiyor, gelenek ve kültürümüz ile bağlantıları tamamen kopmuş durumda.
Çocuklarımızın zihinleri; internet, medya, sosyal medya ve bunlara hâkim olan şeytani akıllar tarafından kontrol ediliyor. İşlenen bu garip ve vahim cinayeti sadece 19 yaşındaki bir çocuğun cani olmasına veya (Artan kadın cinayetlerine) bağlayıp geçmek çok sığ bir yorum olur doğrusu… Bu çocuk neden ruh hastası olmuş, hangi internet sitelerini takip etmiş, neden 5 kez hastaneye yattığı halde sorunları çözülememiş, hangi ilaçları kullanmış… Bunları da sorgulamak lazım bence!
Gençler arasında yaygın olan uyuşturucu ve antidepresan kullanımı, okul önlerine adeta karargâh kurmuş olan uyuşturucu satıcılarının önlenemez yükselişi de ayrı bir problem.
Toplumları yozlaştırarak yöneten o güç artık çocuklarımızın bedenlerini, cinsiyetlerini, sağlığını, hatta yaşayıp yaşamayacaklarını da (Tamamen) kontrol etmek istiyor, yani bize tam anlamı ile hayvan sürüsü muamelesi yapmak istiyor, yapıyor da NETEKİM…
Kısaca biz “BAĞIMSIZ OLDUĞU YALANI İLE” esir tutulan bir Milletiz.
Hatta biz “O SAVAŞI” da aslında kazanamadık!
Eğer hapiste doğmuşsanız ve gerçek özgürlüğü hiç tatmadı iseniz “ÖĞRETİLDİĞİ VE İZİN VERİLDİĞİ KADAR ÖZGÜR” olmayı bağımsızlık zannedersiniz ve bunun farkında olmadığınız için gerçekten özgür olmak için bir çaba da sarf etmezsiniz.
Bu yüzden halkın önemli bir kısmı “Matrix” filmindeki gibi sisteme inanmış (Aslında uyutulan) insanlardan oluşur, bunlar gerçeği haykıran insanları; uyumsuz, komplocu hatta terörist gibi görürler.
Çünkü yalanlar tatlıdır, gerçekler ise acıtır ve insanlar sürekli bir kâbus içinde yaşamak istemezler, normal bir hayatları olsun isterler, mevcut aksaklıkların-sorunların ise siyasilerden kaynaklandığına, hükumetin değişmesi ile sorunlarının çözüleceğine inanmak isterler. Ancak futbolla-dizilerle-ekonomik sorunlarla-sahte siyasi çekişmeler ile (Günümüzde bunlara LGBT, seks ve uyuşturucuda eklendi.) uyutulan bir milletin esaretten kurtulması çok zordur!
Çoğu insan gerçeği görecek zekâsı olduğu halde kolayı seçer, gözlerini (İdrakini) kapatır ve yalanlara teslim olur.
Çünkü gerçek insanı mutsuz eder, gerçek insanı bir şeyler yapmaya iter, gerçek insanın uykularını kaçırır.
Cahillerin ortak özelliğinin; “Başkalarını kolayca cahillikle suçlayabilmeleri” olduğunu görmüşümdür.
Bir parça aklı olan insan (Ne kadar öğrenirse öğrensin) aslında çok az şey bildiğini, doğru bildiğinden de şüphe etmesi gerektiğini idrak eder.
Yazımı büyük bir âlim olan İmamı Gazalinin sözü ile bitirmek istiyorum; “Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım, başım göğe ererdi”
Avukat Cüneyt Bülent Şeker