Köşe yazarımız Zeki Baştürk makalesinde;
Çok sevdiğim bir şarkıdan alıntıdır bu dize. Bizi yönetenlerin, biz yönetilenlerin degişmeyen yazgısıdır bu. Hep o şarkı. Hep aynı öykü. Ders çıkaramadığımız , ibret alamadığımız derslerle dolu öyküler.
Osmanlı ‘nin son dönemleri. Ülke hızla uçuruma yuvarlanıyor. Borç batağına gömülmüşuz. Yöneticiler, umarsız. Ne yapacaklarını bilemez durumda.
İsterseniz önce yaşanmış, gerçek bir olayı anlatayım da gereken dersleri sizler çıkarın.
Meşrutiyet Meclisi’nde Ahmed Ağa adında bir Malatya milletvekili varmış.
O kişi ,İttihat ve Terakki Partisinden milletvekili seçildiği halde Meclis’te yemin töreni dışında hiçbir söz söylememiş . Söz almamış, konuşmamış.
Talat Paşa,
O’nun gizli bir muhalif olabileceğini düşüncesiyle söyleşi yapmak için meclisin kafeteryasında O’nunla bir görüşme önerisinde bulunmuş.
Burada kendisine:
“Ahmed Ağa,” demiş. “Senin ağzını açıp bir şey söylediğin yoktur. Memleket meseleleri hakkında elbet senin de düşüncelerin vardır. Bunları öğrenmek isterim.”
Ahmed Ağa, itiraz yollu olarak;
-”Paşa!..” demiş. “ Ben çobanım. Memlekette çift çubuk, sürü sahibi bir ağayım. *Memleket meselelerinden bir şey anlamam.”
Talat Paşa itirazla:
“Hayır! Sen memleket meseleleri hakkında fikir sahibi olmasaydın bizim arkadaşlarımız oradan seni aday gösterip seçtirmezlerdi. Bak görüyorsun biz devlette suiistimalleri önleyemiyoruz.
-En güvendiğimiz adamların iş başına gelince kişisel çıkarlar peşinde koştuklarını görüyoruz. -Bunu önlemenin çaresi nedir?”
Ahmed Ağa bir şey söylemek zorunda olduğunu anlayarak:
– “Bak paşa hazretleri. Bunu önlemenin bir çaresi vardır. Ama sana söylesem, bunu yapamazsın”demiş.
Talat Paşa’nın ısrarı üzerine de:
-“O zaman ben yaşadığım olaylardan elde ettiğim bir deneyi size aktarayım .
*Takdir sizindir”
diyerek,şunları söylemiş:
“-Ben hayata çoban olarak başladım. Yıllarca çalışıp çırpınarak büyük bir koyun sürüsü meydana getirdim. Nihayet, gördüğünüz gibi yaşlandım. *Bütün işleri çocuklarıma devrederek işten çekildim. Aradan iki üç ay geçti.
Çocuklarım yanıma gelerek:
“Baba. *Sen hiç kurda koyun kaptırır mıydın?”
diye sordular.
-“Hayır” dedim.
Zira bizim sürü dağın yamacında gizli ve korunaklıbir yerde gecelerdi. Onlar her gece kurda bir iki koyun kaptırdıklarını söylediler.
Kendilerine:
-“Sürüde değişiklik yaptınız mı?”
diye sordum.
Dediler ki;
-“Sen tecrübeli bir insansın. Bu sürüyü dört zağarla(çoban köpeği) koruyordun. Biz bunu yeterli görmeyerek dört yeni zağar daha aldık. Buna karşın her akşam bir veya iki koyunu kurda kaptırıyoruz.”
Onlara dedim ki;
-“Bu aldığınız yeni zağarları gece boyunca gözetleyin. Bakalım ne göreceksiniz.”
Ertesi gün gelip anlattılar;
Gece yarısına doğru vadiye bir kurt gelip ulumaya başlamış. -Yeni zağarlardan biri sürüdeki yerini terk ederek vadiye inmiş. O dişi bir kurtmuş. Bizim zağar onunla oynaşmaya başlamış. Kurtlar iki taneymiş. Erkeği, o zağarın boş bıraktığı kısımdan sürüye saldırarak bir koyun yakalayıp vadiye götürmüş. Dişi kurtla işini bitiren bizim zağar yerine dönmüş.*
Bu durumu öğrenince onlara dedim ki;
-“Bu zağarla kurt, daha evvel bulundukları bir sürüde bu işi yapmakta olmalıdırlar. Onun kafasına sıkıp öldürün.”
Böyle de yaptılar. Fakat ertesi gün yeni zağarlardan bir diğerinin aynı işi yaptığını görmüşler. Bunu öğrenince dedim ki:
-“ Yeni aldığınız zağarların hepsinin kafasına sıkın ve gözetlemeye devam edin.”
Bunu da yaptılar. Fakat yine de kurda koyun kaptırmaktan kurtulamadılar. O zaman anladım ki, geldiği yerde bu işi yapan yeni zağarlar bizimkilere de bu işi öğretmişler, onlara da bu hastalığı bulaştırmışlar.
Onlara dedim ki;
-“Bizim zağarların da bu işi öğrendiği anlaşılıyor. Dört tane, hiçbir sürüde kullanılmamış yeni zağar bulun. Bunlar bizimkilerle bir araya gelmeden, bizimkilerin hepsini öldürün ve sürüyü onlara teslim edin.
Bu suretle kurda koyun kaptırmaktan kurtulduk. Zannımca, memleket yönetiminin de bir sürü idaresinden farkı yoktur. Ben yaşadığım bu olaydan bunu anladım. Takdir sizindir.”
Bu olayı hayretle dinleyen Talat Paşa O’na demiş ki;
“Benim merak edip seni konuşturduğum gibi, Padişah da seninle görüşmek isterse bu bana anlattığın hikayeyi sakın O’na anlatma!..
Evet! Bu öykü ne eksik ne fazla. Bugün yaşadığımız günlerin, yaşadığımız dönemin ve yönetimin öyküsü. Bizim öykümüz.
Sanırım şimdilerde anlatacak kimsemiz yok. Sizce kime anlatalım derdimizi? Bir öneriniz var mı?
“Böyle gelmiş, böyle gidecek !” mi diyelim. “Bu, böyle gitmez, elbet bir gün sabah olacaktır!” mı?
Yoksa bir öneriniz, şarkımızı söylemeyi sürdürelim.
İşte bu bizim hikayemiz.