Köşe yazarımız Zeki Baştürk makalesinde;
“Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye lâyıksın.”
Her gün ya şiddete uğruyor kadınlar ya da öldürülüyor. Hem de en yakınları tarafından. Birlikte bir yaşam geçirmeyi düşlediği kocasından, sırtını yaslayacak olan babasından, uğruna kendini feda edecek oğlundan görüyor bu şiddeti. En yakınları olan kardeşinin, amcasının, dayısının tacizine uğruyorlar.
Gazetelerin üçüncü sayfaları bu haberlerle dolu. Televizyonlar, her gün şiddet, taciz, tecavüz ya da ölümle sonuçlanan görüntülere yer veriyor. Bir yanda ” cennet anaların ayağının altındadır” gibi sözlerle yücelten anlayışın kadına gösterdiği davranışa bakın. Ne yaman çelişki değil mi?
Ana, bacı ve eş. En yüce varlıklar, en kutsal değerler. Kendi anamiza, kardeşimize, eşimize kutsal varlık olarak bakarken başkalarının anasına, bacisina, eşine küfrederiz. Oysa Türk Kadını, Kurtuluş Savaşı’nın en cesur, en kahraman savaşçılarıdir. Hiç bir ulusun kadını, Türk Kadını kadar bir savaşın yazgısını degiştirecek kadar etkin olmamıştır.
Kadınların değersizleştirilmesinde iktidarın kadına bakışı önemli rol oynamaktadır. Kadını koruyan yasaların kaldırılması, erkeğin her koşulda haklı görülmesi bunu destekleyen çabalardir. Yine iktidarın kızların okumasını engellemesi, erkeklerin bilgisiz yetiştirilmesi de önemli etkenlerdendir.
Lider olmak, kadına bakışla da ölçülür. Kadına değer vermeyen, kadının aydınlanmasıni istemeyen liderler ya da iktidarlar, ülkenin geri kalmasının en temel öğesidir.
Her defasında gözümden yaş gelerek okuduğum bu alıntıyı sizlerle paylaşmak isterim:
Gazi M.Kemal, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı.
Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.
– Merhaba nine.
Kadın Ata’nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;
– Merhaba dedi.
– Nereden gelip nereye gidiyorsun?
Kadın şöyle bir duralayıp;
– Neden sordun ki, dedi. Buraların sahibisi misin? Yoksa bekçisi mi?
Paşa gülümsedi.
– Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk ulusunun malıdır. Buranın bekçisi de Türk ulusunun kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?
Kadın başını salladı.
– Tabii söyleyeceğim, ben Sincan’ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetiştiği, kavruk köylerinden birindenim. Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara’ya geldim.
– Muhtar niçin Ankara’ya gönderdi seni?
– Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da… Benim iki oğlum da gavur
harbinde şehit düştü. “Memleketi gâvurdan gurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyim” diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Ben de gün demeyip muhtara anlatinca, o da bana bilet aliverip saldi Angara’ya, geceleyin
geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey.
– Senin Gazi Paşa’dan başka bir isteğin var mı? Kadının birden yüzü sertleşti.
– Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki.. O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden gurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşiyoz. Şunun bunun gâvurun köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşa’yı bulacağım yeri deyiver.
Atatürk’ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek;
– Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanimizdir… “Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu “dedi.
Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor.
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp
Atatürk’ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü Ata’nın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk’e uzattı;
– Tek ineğimin sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye
getirdim. Seversen gene yapıp getiririm.
Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi:
-‘Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin.
Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun.’
Bu yazıyı okurken duygulanan veya ağlayanlar varsa, hâlâ umut var demektir..
Ortada dolaşan saçma sapan elektronik postaları 10 kişiye yollamak yerine, bu tür yazıları herkese yollarsak belki Ata’mızın değeri daha çok anlaşılır….
Ne dersiniz?
Yoksa birileri çıkar; ” Hatay Araplarla doludur, bizim değil zaten deyiverir. Ya da bir başkası” baldizla yapılan zinada nikah düşmez ” diyerek sapkın düşüncesini dile getirir. Bir Ata’mizin kadına verdiği değere bakın, bir de din adamı diye geçinen bu sapkın düşünceli yaratıkların söylediklerine.