Zeki Baştürk yazı; DALKAVUK

Zeki Baştürk yazı; DALKAVUK

Köşe yazarımız Zeki Baştürk kaleme aldığı makalede;

Aylardan Şubat. Sabaha karşı. Henüz tanyeri ağarmamiş. Karanlığın en yoğun olduğu zaman . Ayaza kesmiş her her yer.

İnsanlar derin uykuda. Kimileri tatlı düşler kuruyor, kimileri karabasan görüyor. Çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek bir arada. Ne öyküler var bu evlerde. Acılı, sevinçli,
karamsar, mutlu öyküler.

Kulakları sağır eden bir uğultu. Yer yerinden oynuyor sanki. Apartmanlar, siteler birbirinin üzerine çöküyor. Evler yerle bir. İnsanlar şaşkın. Ne yapacaklarını bilememenin telaşı ve şaşkınlığı içinde.

Sarsıntı bittiğinde evler yerle bir. On ilimiz neredeyse haritadan silinmiş. Kaçabilenler, canlarını kurtarabilenler ayazla, açlıkla mücadele içinde. Yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Toprak altında kalanlar çığlıklarla seslerini duyurmaya çalışıyor. Kimileri birbirine sarılmış, kucak kucağa göç etmişler öbür dünyaya. Kimileri ezilmiş, kimileri donarak can vermiş.

Herkes yardım bekliyor. Kimileri başını sokacak bir çadır, kimileri açlığını bastıracak bir lokma ekmek arıyor. Kimileri soğuktan donmamak için bir hırka kimileri de ölüleri için bir kefen bulma derdinde.

İstekler, beklentiler farklı olsa da acılar ortak. Acılar büyük. Acılar sonsuz. Herkes çözüm bekliyor derdine , sorununa. Kimi bulursa ona döküyor derdini. Televizyon muhabirine, siyasetçiye, yöneticiye, yetkili birine. .Kimi zaman ağlamaklı, kimi zaman olgun, ağırbaşlı, kimi zaman da feryat figan. Duyurmak istiyor derdini, feryadını. Kurtarmak istiyor enkaz altındaki canını, oğlunu, kızını, anasını, babasını.. ” Yengeeee duyuyor musun beni, ses ver ” diye haykıran gencin haykırışları yankılanıyor kulaklara.

Hele bir siyasetçiyi görmesinler. Sariveriyorlar çevresini. Anlatıyorlar sorunlarını birer birer . Kimileri başı önünde, kimileri isyan içinde.

İnsanlar yorgun. İnsanlar bitkin. İnsanlar evsiz barksiz. İnsanlar çözümsüz. İnsanlar çaresiz. İnsanlar acı içinde. Yanıyor içleri. Ölenlerin acısı taş gibi oturmuş yüreklerine.

Duyarlı, duygulu, yardımseverler, bu acılı insanlarin seslerine ses olmaya, onların seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Ekranlarda, yazılı ve görsel basında.

Kimi zaman duyarsizliklar da yaşanıyor. Seslerini duyurmaya çalisanlara yardımcı olanlara bakılmıyor iyi gözle. Tehditler bile savruluyor onlara. ” Bu dalkavuklara inanmayın” diye açıklamalar yapılıyor.

Merak ettim. Sözlüklere baktım. Tümünde neredeyse aynı tanımları gördüm. İki tanımı vardı ” dalkavuk ” sözcüğünün:
İlk anlamı, “çıkar ve yarar beklediği ya da kendisinden çıkar sağladığı kimselere, makamca, durumca büyüklere karşı saygı ve hayranlık göstererek yaranmak isteyen kimse.”

Gözlerime inanamadim. Evi yıkılmış, yakınlarını yitirmiş, acı içinde kıvranan bir insanın çadır, battaniye, kefen gibi bir gereksinimini duyurmaya çalisan bir insana yardımcı olmakla nasıl bir beklenti içinde olunabilir? Elindeki avucundaki her şeyini enkaz altında bırakan bir insandan nasıl bir çıkar sağlanabilir?
Sorunun yanıtını bulamadım.

İkinci tanımına baktım. Tarihsel bir tanımdi bu. Aynen şöyle yazıyordu.
” Saraylarda devlet büyüklerini nükteli sözlerle eğlendiren kimse.”

Demek ki yardıma koşan gönüllüler, yüzyılın depremini ülkeye ve dünyaya duyurmaya çalisan TV muhabirleri, gazeteciler, depremzedeleri eğlendirmek için mi gitmislerdi deprem bölgelerine? Haber bültenlerini sunanlar da mı eğlence programları düzenliyordu?

Ülkemizde on günlük yas ilan edilmişti. Hiçbir yerde eğlence programı yoktu. Hatta spor karşılaşmaları bile ertelenmişti.

Peki kimdi bu dalkavuklar?

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?