Köşe yazarımız Zeki Baştürk makalesinde;
Bakmak ve görmek. Çokça bilinen ama üzerinde az düşünülen konulardan biridir bakmak ve görmek arasındaki fark. Herkes aynı yere aynı yöne bakar ama herkes aynı şeyi göremez. Bir ressam da bizim baktığımız yöne bakar ama bizim göremediğimiz bir ayrıntıyı çizer. Bir fotoğrafçı bizim goremedigimiz bir ayrıntıyı yansıtır.
Yaşadığımız olaylarda da böyledir. Toplumun yaşadığı yangın, sel, deprem vb. yıkımları hepimiz birlikte yaşarız. Aynı acıları duyarız. Aynı yıkıntılara bakarız ama nedense gördüklerimiz farklıdır.
Kimileri “takdir-i ilahi” diye adlandırır bunu, kimileri “kader planına” bağlar. Kimileri ” yüzyılın felâketi” diye tanımlar, kimileri ise ” ihmaller zinciri ” olarak. Aynı görüntülere bakıp da farklı yorumların yapılması çözüm önerilerini de farklı kılar.
Kimileri, yıkımların nedenlerini araştırır, sorumlularını arar. Kimileri üzerini örtmeye çalışır. Kimilerini yasananlardan dersler çıkarır, bir daha yaşanmaması için önlemler almaya çalışır; kimileri Tanri’ya havale eder. İşte bakmak ve görmek arasındaki önemli fark. Ya bilimsel gözlükle bakarsınız yaşananlara ya da at gözlüğü ile. Gözlükler farklı olunca aynı olaylara, aynı yerlere baksak da gördüklerimiz farklıdır.
Bana göre daha önceki yaşanmışlıklardan ( Marmara, Van, Elazığ, İzmir depremlerin den) ders alınmadığını görüyorum. Binalar yapılırken hiç denetim yapılmadığını görüyorum.
Bugüne değin ülkemizin kötülüğünü isteyen, ekonomimizi çokertenlerin dış güçler olmadığını görüyorum. Çünkü onların hemen yardıma koştuklarıni, bağış yaptıklarını, deprem enkazı altından insanlarımızı canla başla çıkarmaya çalıştıklarını görüyorum.
Çeşitli zamanlarda çeşitli söylemlerle ayrıştırılan, otekilestirilen halkımızın onca çabaya karşın bir yıkım anında nasıl bütünleştiğini, nasıl dayanışma içine girdiğini görüyorum.
En zor zamanlarda , halkımızın en çok gereksinim duyduğu anlarda bile siyasetçilerin nasıl çıkarları için koşuşturduklarini, konuştuklarını görüyorum.
Çocukluğumuzun en önemli, en güvenilir kurumlarından Kızılay ‘in ortada görünmediğini görüyorum.
Kurtuluş Savaşı ‘nin en zor kosullari içinde , top seslerinin Ankara’dan duyulduğu sırada bile açık tutulan okulların , üniversitelerin kapatıldığına tanık oluyorum. Bu nedenle bilimin yerini safsatalarin aldığını görüyorum.
İyilik yapma , dayanışma, saydam yayın yapma gibi erdemlerin yok sayıldığını, iyilik yapanların, toplum yararina çalışanların linç edildiğini görüyorum.
Sizler de benim gördüklerimi görüyor musunuz?