Köşe Yazarımız Zeki Baştürk; “İnsanlar, istemeden de olsa karşısındakini incitebilir, kırabilir, üzebilir. Kimse , dört dörtlük değildir. Mutlaka bir eksiği, bir kusuru , bir yanlışı vardır. Ya da kendince doğru olan, başkalarınca eksik ya da yanlış bulunabilir. Bu durumda insanlar, üzülebilir, incinebilir, kırılabilir. Yapılacak iş , suçunu, yanlışını, eksiğini kabul etmek ve özür dilemektir.
Özür dilemek, bağışlanmayı istemektir. Yeni bir başlangıç demektir. İnsan olmanın bir gereğidir. Erdemli bir davranıştır. Etik bir değer taşır.
Günümüzde kişilere ve toplumlara yönelik aşağılamalar, incitici söz ve davranışlar, ötekileştirici eylemler süregelmektedir. Gezi olaylarına katılanlar, İstanbul Sözleşmesinin gereğini savunanlar, şiddete karşı çıkan kadınlar , haklarını arayan işçiler, köylüler, öğrenciler, söz ve eylemle hep dışlandılar, şiddete uğradılar, aşağılandılar. Kendilerinden özür dilenmek bir yana iyi bir iş yapılmış gibi davranıldı.
Kimi dünya dillerinde özür kavramı yoktur. ” Özür dilerim ” yerine ” ben bir kötülük yaptım”, ya da ” Karşında utanç duyuyorum, saygıyla eğiliyorum” biçiminde tümceler kurarlar. Bunu diyebilmek için yaptığın kötülüğün, aşağılamanın ayırdında olmak gerekir. Yanlışının ayırdında olmayanlar, özür dilemezler, bu tümceleri kuramazlar.
Uluslar bile, savaş sırasında yaptıkları soykırımlar için, toplu ölümler için, insanlık dışı işkenceler ve tecavüzler için birbirlerinden özür dilerler. Federal Almanya şansölyesi Willy Brant’ın Hitler faşizminin uygulamaları yüzünden Warşova’da yahudilerden özür dilemesi bunun en güzel örneğidir. Çünkü özür, bir onarımdır, bir yeni başlangıçtır, bir bağışlanma isteğidir. Bunun için suçu kabullenmek gerekir. Düşüncelerimi bir öykü ile somutlaştırmak isterim.ö
Nedim çok haşarı, yaramaz ve kafası hep kötülüklere çalışan bir çocuktur. Annesi ve babası çalıştığı için onunla fazla meşgul olamazlar. Annesi çocukları çok fazla sevmez. Bu yüzden Nedim’le ilgilenmek babasına düşer. Babası da uzunca bir süre toplantılara girdiği ve yoğun çalıştığı için Nedim’le fazla meşgul olamaz. Nedim de ilgi çekmek için daha fazla haşarılık yapar. Mahalledeki çocuklarla geçinemez, okulun camlarını indirir. Bağırır, çağırır. Hatta okulda bir çete kurar, bazı çocukların zorla paralarını alır. Yaşlı teyzelerin bahçelerine izinsiz girer, meyveleri toplar. Küçükleri döver. Kısacası, tam bir “baş belası” olmuştur.
Nedim’in babasına şikayetler gelir ve bunların ardı arkası kesilmez.
Babası bir gün , Nedim’i tuttuğu gibi üzdüğü komşulardan birinin yanıa götürür. Özür diletir ona ama “baş belası Nedim” gene tüm mahalleye kötülük etmeyi sürdürür. Babası “Bu çocuk şeytanın ta kendisi, ne yapsam da adam etsem” diye düşünürken annesi Nedim’i umursamaz bile. “Ne giymeliyim, nereye gitmeliyim” diye düşünür.
Bir gün yan mahalleden tanıdıkları bir öğretmen evlerine gelir. Nedim’in halini görünce, “Güzel yavrum, sana bir şey söyleyeceğim. Her sinirlendiğinde veya içini kötülük kapladığında şu kapıya bir çivi çak…” der. Bu öğretmen Nedim için tutulmuştur. Tam altı (6) ay boyunca onunla birlikte olacaktır. Babası çareyi onunla ilgilenecek birini tutmakta bulmuştur. Nedim ilk gün o kapıya 37 tane çivi çakar. Daha sonraki günlerde çiviler gittikçe azalmaya başlar. Öğretmenin sevgisi ve ilgisi ile küfürlü konuşma, bağırma ve saldırganlıkları azalan Nedim iyiye gitmektedir.
Derken öyle günler gelir ki, Nedim kapıya hiç çivi çakmak istemez. Bu sefer öğretmeni her gün bir çiviyi kapıdan almasını söyler. Sonunda kapıda hiç çivi kalmamıştır.
Öğretmen Nedim’i alır ve en son çivi de kapıdan çıktığında onu kapıya götürür. “Bak yavrum, çivilerin hepsini çıkardın, ama kapı eskisi gibi değil. Çivileri çıkartmana rağmen kapıda bir sürü delik var. Bu delikleri nasıl düzeltebiliriz?” diye sorar. Nedim düşünür ama yanıt) bulamaz.
Öğretmeni, “Yavrum, bir insana kötülük yaptığın zaman çivileri çakarsın. Sonra özür dilediğin zaman çivileri çıkarırsın ama o kişiyle aran eskisi gibi olmaz. Kapıdaki delikler gibi insanların kalplerinde, yüreklerinde delikler bırakırsın, yani ne kadar özür dilersen dile bazı hatalar tam olarak telafi olmaz. İnsanları kırmak çok kolay, tamir etmek zordur. Önemli olan kalplerini kırmadan iyiliklerle bu dünyayı güzelleştirmektir.” der.
Küçük Nedim asıl büyük dersini şimdi almıştır. Öğretmenin söylediği birkaç cümle aklını başına getirmiştir. O günden sonra annesi ve babasından bulamadığı sıcaklığı, sevgiyi ve ilgiyi öğretmeninde bulmuştur Nedim.
Çocuklar sevgi ve ilgi ister. Sevgi ortamında büyüyen çocuklar mutlu bireyler haline dönüşürler.
Ağaç yaşken eğilir. Küçükken sevgiyi, eğitimi, saygıyı çocukların kalplerine sokabilen ebeveynler üzülmezler.
Çocuk eğitmek sabır ister. insanları kırmak, üzmek ve sonra özür dilemek marifet değildir. Kırdığımız kişilerin yüreklerini tamir etmek de kolay değildir.
Sevgi büyük bir tılsımdır. Bu tılsıma dokunanlar ışıklı bir dünyada yer alırlar.
Yunus Emre’nin dediği gibi:
” Bir kez gönül kırdın ise
Kıldığın namaz değil”.
Yeri geldiğinde birlikten , beraberlikten söz edenler, aynı gemide olduğumuzu söyleyenler, gönülleri kırmak yerine gönüller almayı bilmeliler.
Çünkü özür dilemek, yanlıştan dönmek de bir erdemdir. İnsan olmanın gereğidir. İçimizde çakılan çivilerin bıraktığı boşluklar kalsa da…”