Köşe yazarımız Zeki Baştürk; Köy Enstitülerini kaleme aldı. Baştürk; “Bir araştırma, bir inceleme kitabının adı. Eğitimci yazar Prof. Dr. İsa EŞME’nin tarihimize ışık tutan kitabı. Cumhuriyet’in devrimci atılımlarına bilimin ışığını tutarak Köy Enstitüleri”ni çeşitli yönleriyle ele almış . Köy Enstitüleri’ni sade, akıcı bir dille , serinkanlı ve tutarlı bir tutumla anlatıyor.
İstanbul Kültür Üniversitesi ( İKÜ) Yayınevi tarafından yayına hazırlanmış. Kapağı ciltli, sayfalar parlak kuşe kağıdı. Sağlam, nitelikli ve dayanıklı. Uzun ömürlü olması amaçlanmış. Bir emek ürünü. Yazılar, fotoğraflarla desteklenmiş; anlatıma gerçekçilik kazandırılmış. Gerçek bir belgesel olmuş.
Önsöz, sunuş ve giriş ile başlayan yapıt (7) yedi bölümden oluşuyor: Okurlara kolaylık olması ve merak uyandırması için konu başlıklarını aktarmak istiyorum:
1- Cumhuriyet ve Atılımları
2- Eğitmen Kursları
3- Enstitülerin Kuruluşu
4- Enstitüler ve Köylerde Canlanma
5- Yüksek Köy Enstitüsü
6- 1946 Kavşağı ve Köy Enstitüleri
7- Enstitülerin Son Yılları ve Geriye Kalan İzler.
Cumhuriyet ve Atılımları başlığı ile yer alan ilk bölümde ; Cumhuriyet’in devraldığı eğitim mirası, Devrim Yasaları, Öğretim Birliği Devrimi, Harf Devrimi ile Köye Öğretmen Yetiştirmede İlk Adım , konuları işlenmiş.
İkinci bölümde Eğitmen Kursları ele alınmış. Köye öğretmen yetiştirmede ilk adım olan eğitmen kursları gerçek bir atılım ve önemli bir buluştur. Aydınlanmanın temelini oluşturan bu ilk adımı Süleyman Edip Balkır şöyle tanımlıyor: ” Köylü çavuştan eğitmen, bir keşiftir. Türkiye için buharlı makineden daha önemli bir keşif.” Bu atılım, bundan daha güzel anlatılabilir mi? Bir eğitmenin köyde yaptığı çalışmaları görenler, köylülere ” Neden siz yapmadınız? ” diye soranlara şu yanıtı verirler:
” Biz, akılları gözlerinde olan adamlarız. Bir şeyin iyi olduğuna ancak gözlerimizle gördükten sonra inanırız.”
Eğitmenler, köylünün gözlerini açan, akıllarını başlarına getiren aydınlanmacıdırlar.
Eğitmenlerin başarısı görüldükten sonra daha ileri , daha bilimsel adımlar atılmsya başlanır. Hasan Ali Yücel, bu ülküyü şöyle tanımlar:
” Türk yurdunun dağlarında, bayırlarında ve kırlarında, hatta en ıssız yerlerinde kendi kendine açıp solan bir çiçek bırakmayacağız.”
Ne büyük ülkü, ne büyük bir inanmışlık değil mi? Üstelik ” Bu bizimdir, kimseden almadık, bizden alsınlar…” diyerek nasıl yerli ve milli olunacağını tüm dünyaya kanıtlar. Bu büyük atılım, (14) enstitünün açılışını getirir. Köylerde, büyük bir eğitim seferberliği başlar. Aydınlanma , köylere inmiştir.
Dördüncü bölümün başlığı Enstitüler ve Köylerde Canlanma’dır. Eğitmenlerin köylerde göreve başlamasıyla köylere bir canlılık gelmiştir. Örnek çalışmalar sergileyen eğitmenler, köylüye de örnek olmaya başlamıştır. Köy Enstitülerinden mezun olan öğretmenler, köylerde daha üretken, daha yaratıcı olmuşlardır. Bunun nedeni enstitülerdeki eğitim anlayışı ve uygulamalarıdır. Cılavuz Köy Enstitüsü Kurucu Müdürü Halit Ağanoğlu , buradaki eğitimi şöyle anlatır: ” Bu sistemde bilgi amaç değil, yaratmanın, üretmenin bir aracıdır. Üretmek, tartışmak, eleştirmek, doğruyu öğrenmek, düşüncelerini özgürce söylemek, bir öğrencinin özelliği ve temel hakkıdır. Öğrencilerimizin atıl güçlerini ancak böyle hareketlenip canlanacağına, kendine ve topluma yararlı duruma geleceğine inanıyoruz.”
Böylesine yüksek ülkülerle yetişmiş köy çocukları onun için iş alanlarına, tarlalara ve bahçelere müzik eşliğinde , mandolin çalarak, marşlar ve türküler söyleyerek giderlerdi. Bu sistemde öne çıkan ilkelerden biri, “İş içinde eğitim ve öğretim ” ise ikincisi de ” Kültür ve sanat zenginliği içinde eğitim, güzel sanatlar kültürü içinde eğitimdir.” Köy Enstitüleri, eğitim ortamı ve donanımıyla ” örtülü bir konservatuvar ” gibiydi. Gizli yetenekleri ortaya çıkarırdı. Bugünkü eğitim anlayışı ile karşılaştırmaya değmez bile.
Ankara’da kurulan Yüksek Köy Enstitüsü, enstitülerin beyni ve kalbiydi.
1946 yılı , Türk Ulusu ve demokrasi açısından bir dönüm noktasıdır. İsmet İnönü, çok partili sisteme geçişin planlamasını yapıyordu. Bu konuda ilk uyarıyı Hasan Ali Yücel yapmıştı. Yücel, İnönü’ye; ” Halk eğitilmedikçe demokrasinin yerleşemeyeceğini, demokrasi adımına tepeden değil, tabandan başlanması gerektiğini ” anlatmıştır. MÖ filozoflarından Eflatun , bunun bir benzerini daha ileri, daha çarpıcı biçimde söylemişti. ” Demokrasi, eğitim sorunudur. Halkın eğitimi zayıf olursa demokrasi oligarşiye döner. Yine halkın eğitimi zayıf kalırsa oligarşi demagog yaratır ve demagog diktatör olur.” Ne denli uzak görüşlülük değil mi? Bu güne ne denli benziyor.
İnönü, bulunduğj yol ayrımında bir karar vermek zorundaydı. Onca uyarıya karşın Köy Enstitüleri’ne sahip çıkmak yerine demokrasiyi seçti. Gelinen duruma bakıldığında bu seçimin ülkemize ne zararlar verdiğine somut olarak tanık oluyoruz. Demokrasi gelmediği gibi Köy Enstitüleri yok edildi.
Karanlık güçler, dizginleri ele almaya başladılar. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana karanlık kavuklarında içlerinde zehir biriktiren güçler, demokrasi aşığı, inanç savunucusu, milliyetçilik tekelcisi olarak ortaya çıktılar. Asılsız ihbarlar, imzasız mektuplar ve uyduruk dedikodularla bu aydınlanma yuvalarına savaş açtılar. Soruşturmaları sürgünler ve görevden almalar izledi. Önce Hasan Ali Yücel, ardından İsmail Hakkı Tonguç görevlerinden alındı.
Köy Enstitüleri’nin kapatılmasının bedelini Türk Ulusu çok ağır ödedi. Laik eğitimden ödünler verildi. Köylerden kentlere göç başladı. Bugün yaşadığımız gıda krizinin temeli o günlere dayanmaktadır.
Oysa Köy Enstitüleri, yaşamları boyunca gözleri parlayan, Cumhuriyet sevdalısı öğretmenler yetiştirmişti. Hepsi hareketli, hepsi dinç , hepsi donanımlı ve hepsinin başı yukarıda öğretmenlerdi onlar.
Köy Enstitüleri’ne ilişkin en kapsamlı bir yapıt bence. Bilinmesi gereken her türlü bilgi var içinde. Bir araştırma, bir inceleme kitabı olmasına karşın roman tadında. Sade, yalın ve akıcı. Kolayca okunuyor. Mutlaka okunması gereken bir yapıt.
Eline , emeğine , yüreğine sağlık değerli dost İsa Eşme. Okuru çok olsun.” dedi.