Aşağıdaki bildiriyi ve Möntrö sözleşmesini dikkat ile okuduktan sonra bildiri yayımlayan 103 general hakkında suç duyurusunda bulunmaya karar vermiş bulunmaktayım. Bildiriye cevap ve şikâyetlerim şu yöndedir
Yüce Türk Milletine,
BİLDİRİ: Son zamanlarda gerek Kanal İstanbul, gerekse Uluslararası Antlaşmaların iptali yetkisi kapsamında Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması endişe ile karşılanmaktadır.
TBMM Başkanı Şentop’un bir gazetecinin; “Cumhurbaşkanı ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden çekildim, Montrö’yü tanımıyorum, feshettim’ diyebilir mi?” sorusuna, “Yapabilir. Mümkün-muhtemel arasında fark var. Yeterli miktar yoğurt bulursanız, Marmara Denizi’ni de karıştırırsanız, ayran yapmak mümkündür” şeklinde yanıt vermesi: bence; “Teoride mümkün ama, İmkansıza yakın” anlamına geliyor, hepimiz Nasrettin hocanın göle maya çalma fıkrasını biliyoruz, göl maya tutmaz iken Marmara denizi tutar mı.?
Ayrıca burada İstanbul Sözleşmesine de bir atıf var, yakın zamanda başka iptal edilen veya iptali düşünülen sözleşme yok, burada; “sen İstanbul sözleşmesini iptal ettin, Möntrö yü de iptal edersin” gibi bir gönderme vardır.
BİLDİRİ: Türk Boğazları, dünyanın en önemli suyollarından biri olup, tarih boyunca çok uluslu antlaşmalara göre yönetilmiştir. Bu antlaşmaların sonuncusu ve Türkiye’nin haklarını en iyi şekilde koruyan Montrö; sadece Türk Boğazlarından geçişi düzenleyen bir sözleşme değil, Türkiye’ye İstanbul, Çanakkale, Marmara Denizi ve Boğazlardaki tam egemenlik haklarını geri kazandıran, Lozan Barış Antlaşmasını tamamlayan büyük bir diplomasi zaferidir. Montrö, Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerin güvenliğinin temel belgesi olup Karadeniz’i barış denizi yapan sözleşmedir. Montrö, Türkiye’nin herhangi bir savaşta, savaşan taraflardan birinin yanında istemeden savaşa girmesini önleyen bir sözleşmedir. Montrö, Türkiye’nin II. Dünya Savaşında tarafsızlığını korumasına imkân yaratmıştır. Bu ve benzeri nedenlerle, Türkiye’nin bekasında önemli bir yer tutan Montrö Sözleşmesinin tartışma konusu yapılmasına/masaya gelmesine neden olabilecek her türlü söylem ve eylemden kaçınılması gerektiği kanaatindeyiz
Bence asıl bu bildiri ile sözleşmeyi tartışmaya açan 103 amiraldir,
Eğer mesele sadece Mustafa Şentop un sorulan soruya cevabı ise gayet kötü niyetli bir çıkarımdır, bu soru gazeteci tarafından kasıtlı olarak, bu bildiriye zemin hazırlamak için sorulmuş veya sordurulmuş da olabilir… Kanal İstanbul ise; ben hükümetin Ülkeye gelir elde etmek üzere yaptığı bir proje olduğunu biliniyor, buradan geçen gemilerden ücret alınacak, bilindiği Möntrö sözleşmesine göre geçiş için bir ücret alamıyoruz ve klavuz ve römork bile geçen ülke gemisinin isteğine bağlı. Hatırlanır ise geçmişte de yabancı gemilerin klavuz almaması sebebi ile büyük kazalar olmuştu, boğaza petrol yayılmıştı, ne yazı ki, bu sözleşme sebebi ile kıyılarınız tehlike içinde olmasına karşın yabancı gemileri Türk kılavuz almaya dahi zorlayamıyoruz…
Ayrıca Möntrö Sözleşmesini incelediğinizde yapıldığı zamanda büyük bir diplomasi zaferi olsa da, Osmanlının yenik çıktığı birinci dünya savaşı sonrasında verdiğimiz kurtuluş savaşı sonucu imzalandığı; Tarafların 5 yılda bir maddelerde değişiklik önerebilecekleri, 20 yıldan sonra imzacılardan birisini talebi ile (2 yıl sonrası için) sözleşmenin iptal olabileceği ve genel olarak bu sözleşmenin Rusya nın avantajlı olduğu bir sözleşme olup, onun haricinde Türkiye nin adeta hakim devletler adına boğazların bekçiliğini, idareciliğini yaptığı, ancak bu sözleşmenin boğazlar üzerindeki mutlak egemenliği asla Türkiye ye vermediği, hele mali konularda Türkiye nin tamamen zararına olan bir sözleşme olduğu anlaşılıyor..
Tabi bu demek değil ki mali kayıplar uğruna, bu sözleşme fesih edilebilir, ilgili dengeler bozulabilir ve kolayca daha taraflar masaya çağrılabilir, şüphesiz böyle bir durumda her ülke kendisini daha çok kayırmak istiyecektir, Türkiye de bunu ister, ama bu tüm dünya ülkelerine boyun eğdirebilecek bir güce sahip iseniz mümkündür, aksi takdirde taşların yerinden oynatılmasının zarar vereceğini Devleti yönetenler de bilir, Meclis Başkanının anlatımı da bu yöndedir, durup dururken cahil çocuğa akıl veriyormuş gibi, Möntrönün zamansız gündeme getirilmesi iyi niyetli bir tavır olarak değerlendirilemez.
BİLDİRİ: Diğer taraftan; son günlerde basında ve sosyal medyada yer alan kabul edilemez nitelikteki bazı görüntüler, haber ve tartışmalar ömrünü bu mesleğe adamış bizler için çok derin bir üzüntü kaynağı olmuştur. TSK ve özellikle Deniz Kuvvetlerimiz son yıllarda; çok bilinçli bir FETÖ saldırısı yaşamış ve çok değerli kadrolarını bu hain kumpaslara kurban vermiştir.
Bu cümleden benim anladığım; FÖTÖ saldırılarının sorumlusu Hükümet olduğu iması var, bu metin genel itibarı ile hükümeti Türk milletine şikayet eden ve Türk milletini kendi arkasında olmasını arzusunu dile getiren bir itham metni, çünkü FETÖ saldırıları yeni olmadı, Tabi Balyoz davalarında uğranılan haksızlıklara ve bundaki hükümetin sorumluluğuna da gönderme var.., Bu çok zekice düşünülmüş ve çok uğraşılmış bir metin.
BİLDİRİ: Bu kumpaslardan çıkarılacak en önemli ders; TSK’nin, anayasanın değişmez, değiştirilmesi teklif edilemez temel değerlerini titizlikle sürdürmesi zaruretidir. Bu gerekçelerle, TSK ve Deniz Kuvvetlerimizi bu değerlerin dışına çıkmış, Atatürk’ün çizdiği çağdaş rotadan uzaklaşmış gösterme çabalarını kınıyor ve tüm varlığımızla karşı çıkıyoruz. Aksi halde, Türkiye Cumhuriyeti, tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en tehlikeli olayları yaşama risk ve tehdidi ile karşılaşabilecektir.
İşte bu metinde asıl tedirgin edici, can alıcı bölüm burasıdır; çünkü TÜM VARLIĞIMIZLA karşı çıkmak demek; “can ile baş ile, hayatım pahasına” anlamına da gelir, “ben bu yolda ölmeye hazırım” demektir, örneğin andımızda aynı kelime geçmektedir, andın sonunda; “ varlığım Türk varlığına armağan olsun” demektedir, bu; “Ülkem için şehit olamaya da hazırım” demektir.
“AKSİ HALDE” ile başlayan cümle ise, çok nazik ve dikkatli bir şekilde kaleme alınmış olsa da; AÇIK BİR TEHDİT dir. Atatürkçülük çizgisinin dışına çıkıldığını belirttikten hemen sonra, AKSİ HALDE deyip tarih vurgusu yapılması ESKİ DARBELERE ATIF YAPMAK ANLAMINA GELMEKTEDİR… Çünkü Cumhuriyet tarihinde ordu tarafından yapılan her darbede Atatürkçülüğe bir atıf vardır, bunu ne kadar yumuşatırsanız yumuşatın başka türlü de mümkün değildir. Zaten devamındaki “ BUNALIM, BEKA İÇİN TEHLİKELİ, RİSK, TEHDİT” kelimeleri de bu düşüncemi desteklemektedir, şüphesiz kutsal dini duyguları bir çıkar veya siyaset malzemesi yapmak ne kadar çirkin ise, ülkemizin kurucusu büyük Atatürk ü de, her darbe ve bildiride malzeme olarak kullanmak o derece çirkin bir davranıştır.
BİLDİRİ: Türk Milletinin bağrından çıkan şanlı bir geçmişe sahip, Ana ve Mavi Vatan’ın koruyucusu Deniz Kuvvetleri Komutanlığı personelinin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda yetiştirilmesi elzemdir. Ülkemizin her köşesinde denizde, karada, havada, iç güvenlik bölgesinde ve sınır ötesinde fedakârca görev yapan, Mavi Vatandaki hak ve menfaatlerimizin korunması için Atatürk’ün gösterdiği yolda canla başla çalışan cefakâr Türk Denizcilerimizin yanındayız.”
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı personeli Atatürk İlke ve Devrimleri doğrultusunda yetiştirilmiyor, bu böyle devam ederse biz aktif görevdeki personel ile birlikte gerekli direnişi, tepkiyi göstereceğiz.. anlamına gelmektedir… Tabi bu yanında olma nasıl gerçekleşir, bunu da hayal gücüne ve tarihe bırakıyorlar. Bu konunun Deniz kuvvetlerine alınacak personelin siyasi ve dini görüşü ile ilgili olduğu açıktır, bu konuda etkili olmak için yetkinin bu amirallere geçmesi gerektiği de bellidir.
Ayrıca ; 1-) Diğer darbeler de olduğu gibi bildirinin “ Türk Milletine” hitabı ile başlaması,
2-) Türkiye gibi askeri darbe geçmişi kabarık bir ülkede103 generalin Nato nun kuruluş yıldönümünde, FETÖ darbesine 103 gün kala bu bildiriyi vermeleri, ( Sonradan 104 kişi olduğu belirtilse de ) orduda hali hazır görevde binlerce seveni, astı, yetiştirdiği subayların bu emekli subayları toplu olarak bildiri yayımlamaları, ( Birkaç kişi televizyon programına çıksa veya ellerinde pankart yürüyüş yapsalar aynı intiba oluşmaz idi.)
3-) Gece yarısı bunu basına sızdırmış olmaları… (Oyuna getirildikleri iddiası ciddiye alınmamalı)
4-) Bu bildiri için Türkiye nin Salgın hastalık tehlikesi ve ekonomik sıkıntı ile boğuştuğu bir zamanda, mevcut sıkıntıları daha da arttıracağını da umursamaz bir şekilde, gündeme getirmiş olmaları.
5-) 28 Şubat da olduğu gibi irtica argümanını kullanmaları, muhtemelen bu açıklamadan önce bilinçli bir şekilde basına sızdırılmış olan; “Deniz İkmal Komutanı Tuğamiral Mehmet Sarı’nın “takke ve cübbe” giydiği bir fotoğrafını kast ederek, bireysel bir olaydan yola çıkarak, ORDUDA İRTİCA HORTLADI, ATATÜRKÇÜLÜK ELDEN GİDİYOR imasında bulunmaları… (Ki bu fotolar da şüphelidir, cübbe ve takke, sarık Hz. Peygamber sürekli ibadet ederken kullanmıştır, bunları kullanmak dinimizde sevabı arttıran bir şey olarak görülmektedir, eğer Müslüman olan bu amiral bunları görevi başında değil de özel hayatında kullanıyor ise, bunun din vicdan özgürlüğü şeklinde yorumlanması gerekir iken, bir suç gibi, halkı kışkırtmak için kullanılması ayrıca iddiamızı destekler niteliktedir.
Ayrıca İnsanlar bu bildiriden tedirgin olmuş, ekonomi beklentiler daha da sıkıntıya girmiştir, insanların psikolojisi daha da bozulmuştur, bu 103 amiral e karşı olanlar ile onları destekleyenler arasında bir kamplaşma ve bölünme meydana gelmiştir.
Her ne kadar bildiriyi hazırlayan ve savunanlar bu bildirinin Fikir ve Düşünüce hürriyeti içinde değerlendirilmesi gerektiğini iddia etseler de; ne söylendiği kadar, kimin söylediğinin de önemli olduğu göz ardı edilmektedir. Bir annenin evladına “ seni öldürürüm” demesi ile, nam salmış bir kabadayının “Seni öldürürüm” demesi bir değildir. Üstelik bu bildiriyi fikir ve düşünce özgürlüğü çerçevesinde görmek isteyenler, din ve vicdan hürriyetine hiç de saygılı görünmemektedirler.
Bu sebepler ile ilgili bildiricileri; “Darbeye teşebbüs veya kalkışma suçundan değil” ancak halkın seçtiği meşru hükümet ve yöneticileri tehdit, Atatürk ü ve dini konuları suistimal ederek, halkı kin ve düşmanlığa sevk etme suçunu; şahsım adına şikayet, kamu adına suç ihbarında bulunmaktayım.
Cüneyt Bülent Şeker (Avukat- Eski Öğr.Gör.)
103.E.Amiral Mithat Kemal ALGÜL