Bütçe görüşmelerinin yapıldığı günlerdeyiz. Hepimizi çok yakından ilgilendiren bütçe ile ilgili konuşmaları izliyoruz. Memurlar, emekliler, kendilerine yapılacak zam oranını merak ediyor. Ellerine geçecek paranın hesabını yapıyor. Esnaf, salgın nedeniyle kapalı oldukları günlerde kendilerine verilecek desteği düşünüyor. Köylüler, çiftçiler, borçlarını nasıl kapatacaklarının; traktörlerini, üretim araçlarını icradan nasıl kurtaracaklarının derdine düşmüş durumda.
Bütçenin dışında gündemden hiç düşmeyen bir konu da asgari ücretin belirlenmesi. Bir yanda hakkını arayan işçiler, emekçiler . Öte yanda işçiye, emekçiye bu hakkı vermek istemeyen işverenler, yöneticiler. Halkın büyük kısmı açlık sınırında olduğundan, geçinemediklerinden yakınırken yöneticiler, ülkede yoksulluk olmadığını söyleyerek övünüyorlar.
Ülkemizde yoksulluk yokmuş. Yoksulluğu değil refah payını konuşuyormuşuz. Yoksulluk olmadığına, herkes refah içinde yaşadığına göre asgari ücrete büyük oranda zam yapmak gereksizmiş.
İşsizlik yokmuş. Aslında gençler iş beğenmiyormuş. Esnaf kepenk kapatmış. Ne gam! Emekli asgari ücret altında ücret alıyormuş. Ne gam! Herkes mutlu. Her şey tıkırında.
Bir kavalcı gelmiş, tüm sorunları, tüm sıkıntıları alıp götürmüş. Çok bilinen bir masal anlatayım sizlere. Çünkü halkımız, böyle masalları çok seviyor, çok beğeniyor.
Masalımızın adı Fareli Köyün Kavalcısı. Çok çok eski zamanlarda çok şirin bir köy varmış. Köyün en büyük özelliği halkının mutluluk ve huzur içinde yaşamasıymış. Bu huzurlu ve mutlu günler, gün gelmiş bitmiş. Niye mi? Çünkü bütün evleri fareler basmış ve evlerdeki tüm yiyecekleri yemeğe ve halkı kokutmaya başlamışlar.
Zamanla köyün adı Fareli Köy olmuş. Köydeki çocuklar sokakta oynayamaz, yemek yiyemez hale gelmişler. Köy halkı başkandan buna bir çare bulmasını istemiş. Başkan düşünüp dururken köye bir kavalcı gelmiş ve başkanın huzuruna çıkmak istemiş. Başkan kabul etmiş.
Başkana elindeki kavalla fareleri köyden uzaklaştırabileceğini ve karşılığında bir kese altın istediğini söylemiş. Çaresizlikten ne yapacağını şaşıran başkan bu teklifi hemen kabul etmiş.
Kavalcı kavalını çalmaya ve çok güzel ezgiler çıkarmaya başlamış. O anda ne olduysa evlerde saklanan bütün haylaz fareler, saklandıkları delikten tek tek çıkarak kavalcının peşine takılmaya başlamış. Kavalcı hem çalıyor hem de dereye doğru yürüyormuş. Onu takip eden fareler büyülenmiş gibi köprüye doğru yürümeye devam etmiş. Derenin üzerinden geçerken tek tek her biri düşmüş ve derenin sularında boğulup yok olmuşlar. Köyün tamamı farelerden temizlenmiş.
Görevini güzelce yerine getiren kavalcı bir kese altınını almak için köye, başkanın yanına dönmüş. Alacağı bir kese altınla kendi köyüne dönüp, çocuklarına istedikleri alacak, güzel bir hayat kuracakmış. Ancak açıkgözlü başkan nasıl olsa farelerden kurtulduk, altınları vermezsem de olur diye düşünerek kavalcının parasını vermemiş. Kandırıldığını anlayan kavalcı çok kızmış ve “ben size gösteririm” demiş içinden.
Almış kavalını eline ve başlamış bir şeyler çalmaya. Bu sefer çaldığı ezgi başkaymış. Melodiler köyde yayılmaya başlayınca köyün bütün çocukları kavalcının etrafında toplanmaya başlamış. O yürüdükçe onlar da kavalcıyı takip etmeye başlamış. Birden köy sessiz sedasız, mutsuz bir yer haline gelmiş. Köylüler bir araya gelip başkana gitmişler ve ona kızmışlar. Ona hemen çalgıcının parasını verip çocuklarını geri getirtmesini söylemişler.
O sırada ormana kadar çalgıcıyı takip eden çocuklardan biri, kavalcı uyuyunca elindeki kavalı alıp çalmaya başlamış. Onu takip eden arkadaşlarıyla birlikte köye geri dönmüşler. Köylüler buna çok sevinmiş. Başkandan da kavalcının altınlarını alıp kavalcının hakkını vermişler.
Masalımızın sonunda herkes mutlu olmuş. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevete. Masalların gerçek olmasını dilerim.