“Benim asıl anlatılacak yönüm öğretmenliğimdir”. ( Kemal Atatürk)
Bursa’nın İnegöl ilçesine bağlı Eymir Köyü’nde, beş çocuklu bir ailede ilk çocuk olarak dünyaya gözlerimi açmışım. Sanki öğretmen olmak için doğmuşum.
Dünyada ilk ulusal kurtuluşu kazanan, mazlum ülkelere örnek olan , özgürlük ve bağımsızlık önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk, öğretmen olmakla övünüyordu. Savaştan yeni çıkmış ulusuna Yeni Türk alfabesini , okuma yazmayı öğretmek için kara tahta başına geçen büyük önder , benim örneğim olmuştur hep. Milli Eğitim Bakanlığının çeşitli kademelerinde yöneticilik yapmama karşın benim de asıl anlatılacak yönüm öğretmenliğindir.
Babam henüz Köy Enstitüsü yasası çıkmadan, Arifiye’den mezun olan ilk eğitmenlerden. Kendisi köyün ilk okuyanıydı. Çocukluğunda çobanlık yaparken kendi kendine sökmüş okumayı yazmayı. Bir eğitmen babanın çocuğu olarak dünyaya gelmemin ne denli önemli olduğunu öğretmen olduktan sonra anladım.
Çocukluğumda kırlarda oğlak ve kuzu otlatırken her akşam üstü, ikindi sonrası elinde bir kitapla yanıma gelirdi.Bana kitabı verir, okumamı isterdi. Ben kitabı okuyup bitirdikten sonra kitabı özetletir, kitapla ilgili sorular sorardı. Kitabın ana düşüncesi, kahramanın nitelikleri hakkında görüşlerimi alırdı. Kitap sevgisi ve kitap okuma okuma alışkanlığı böyle yerleşti bende.
Yıl 1960. Köyümdeki ilkokulu nitirfikten sonra Arifiye İlköğretmen Okulu yolculuğuna babamla birlikte çıktık.İlk kez büyük ve kalabalık kentleri gördüm..Yalova’dan sonra ilk kez denizi gördüm. Köyümdeki göletlerden sonra deniz , bana öylesine uçsuz bucaksız, öylesine görkemli görünmüştü ki anlatamam. Şaşkınlığımdan küçük dilimi yutacaktım.
Arifiye. Babamın altı aylık eğitim aldıktan sonra eğitmen olduğu yer. Şimdi ben de o okulun öğrencisiydim artık. Kendi kendine yetebilen, köy koşullarına uyum sağlayabilen öğrenciler olarak yetiştik. Kültür derslerinin yanında tarım dersimiz vardı ve fidan dikip yetiştirmekle sorumluyduk. Eğer fidanımız yeşermezse o dersten geçemezdik. Müzik dersinde ise mandolin çalıyorduk.Her öğrencinin bir mandolini vardı. Ayrıca piyano, bağlama ve kemanların bulunduğu müzik dersliğimiz vardı. Atölyelerimiz vardı. Ağaç işleri, metal işleri, mukavva işlei ve çamur işleri. Her yıl ikişer ay atölyelerde eğitim alırdık. O zamanlarda yaptığım ağaçtan bir kutu hala sağlamdır ve kullanırım. Bilgiyi bir süs aracı olmaktan çıkmış, yaşamın her alanında kullanabileceğimiz bir üretim aracı olmuştu.
Arifiye’den sonra Çapa Yüksek Öğretmen Okuluna seçildim. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdim. Öğrenciliğim sırasında Meydan Larousse Ansiklopedisinde çalıştım. Burada dönemin aydınları ile birlikte olma fırsatını buldum. Hakkı Devrim, Nezihe Araz, Selahattin Hilav, Galip Üstün, İsmet Zeki Eyüpoğlu, Berke Vardar, Oğuz Atay , Oktay Akbal , Refik Durbaş usuma ilk geliverenler. Burası da benim için ikinci bir okul oldu.
Üniversite öğrenciliğim sırasında toplumsal olaylara ilgi duymamın yanında sosyal ve kültürel etkinlikleri hiç kaçırmadım. Tiyatrolar, konserler, paneller, açık oturumlar, konferanslar, sinema günleri vb. etkinlikler, kişisel gelişimimde çok etkili oldu. Okulu bitirip edebiyat öğretmeni olarak eğitim yaşamıma başladığımda donanımlı biriydim artık.
Öğretmenliğimde sosyal etkinliklere önem verdim. Bir dersin ezberlenmesi yerine öğrencilerimin yaşayarak öğrenmelerini yeğledim. Sürekli tiyatro, sanat galerisi, konser vs. etkinliklerimiz olurdu. Hangisine gideceğimize sınıfça karar verirdik. Yaşamlarında ilk kez tiyatroya gidenler, dergi gezenler, senfoni konserini dinleyenler oldu. Sanat , onların bir parçası oldu. Böylelikle öğrencilerim bir yandan sanatla( tiyatro, müzik, heykel, resim vb.) tanışırken öte yandan demokrasiyi de içselleştirirdik.
Sanatsal etkinliklerle, sanat yoluyla pek çok öğrencimi topluma kazandırdım. Örnekleri çok olmasına karşın birkaç örnek vermekle yetineceğim. Tophane Anadolu Teknik Lisesi makina bölümünde bir öğrencim, pek çok dersten başarısızdı. Okulu bırakma noktasına gelmişti. O yıl, Bursa’da Liselerarası şiir okuma ve yorumlama yarışması yapılacaktı. Yarışmaya bu öğrencimi hazırladım. Uzun ve yoğun çalışma sonrası bu öğrencim, açık farkla bu yarışmanın birincisi oldu. Bundan sonra yaşamı değişti. Devlet tiyatrosu müdürlüğüne dek uzandı.
Yaramaz ve sorunlu bir sınıfım vardı. Ders çalışmaz, ödev yapmazlardı. Tüm öğretmenlerin yaka silktiği bir sınıftı. Bu sınıfla tiyatro yapmaya karar verdik. Sınıftaki tüm öğrencilerin görev aldığı ” Ah Şu Gençler” adlı oyunu sergiledik. Oyun, öylesine beğenildi öylesine başarılı oldu ki okul dışında da pek çok kez oynadık. O yaramaz, o sorumsuz sınıfın tüm öğrencileri yıl sonunda üniversite sınavlarını kazandılar ve üniversiteli oldular. Her biriyle şimdi gurur duyuyorum. Kendileriyle sıkça görüşüyorum.
Sosyal ve Kültürel etkinlikler nedeniyle birkaç kez soruşturma geçirdim. İlk görev yerim yerim olan Pazar Lisesi’nde Şiir Okuma Yarışması düzenledim. Amaç Çağdaş Türk şiirini ve şairlerini tanıtmaktı. Eğitim dizgelerinde Cumhuriyet dönemine pek az yer verilirdi. Yapilan yarışma sonucunda aydınlanma öncülerinden Tevfik Fikret’in “Han-ı Yağma ” adlı şiiri birinci geldi. Seçici kurulda yer almadığım halde yarışmayı düzenleyen kişi olarak bana soruşturma açıldı. Şiirde geçen ” Yiyin efendiler yiyin” dizesi birilerini rahatsız etmiş.
Bursa’da Tophane Anadolu Teknik Lise’sinde çalıştığım yıllarda bu okula yoğun başvurular olurdu. Çok başarılı öğrencilerin yeğlediği bir okuldu burası. İçlerinden birinin öğretim yılı başlamasından yaklaşık iki ay kadar sonra devamsızlığa başladı.Neredeyse devamsizlik nedeniyle sınıfta kalma durumuna gelmişti. Arkadaşlarına sorduğumda ” Okulu bıraktı, gelmeyecek” yanıtını verdiler. Nedenini öğrenmek için evlerine gittim.Aldığım yanıtlar beni şaşırtmıştı. Derslerde öğretmenelere soru sorduğunda ” Otur, ukalalık etme “, gibi yanıtlar aldığını, gururunun indirdiğini ve okulu bırakacağını söyledi.
Başarılı ve çalışkan bir öğrencinin yok olmasına gönlüm razı olmadı. Okula dönmeye ikna ettim. Matematik, Fizik, Kimya gibi fen dersleri öğretmenlerinden ricada bulundum. Bu öğrenci ile yakından ve özel olarak ilgilenmelerini , bu öğrenciye öbür öğrencilerden daha çok ödev vermelerini istedim. Öğretmenlerim beni kırmadılar ve bu öğrenciyi soru yağmuruna tuttular. Bu öğrenci, üniversite sınavlarını kazanarak gemi mühendisi oldu. Böyle özel ve üstün yetenekli öğrencilerin harcanmaması için İlçe Milli Eğitim Müdürü olduğumda kendi ilçeme BİLSEM’İ ( Bilim ve Sanat Merkezi ) kazandırarak sorumluluğumu yerine getirdim.
Emekli olduktan sonra Çağdaş Eğitim Kooperatifi’nde de 15 yıl kadar görev yaptım. Kır Çiçekleri , kooperatifin en anlamlı projelerindendir. Kırsaldan dünyaya açılan kız çocuklarına bir köprüdür..Ailesi köylerde yaşayan, yoksul ama başarılı kız çocuklarını okutan, barındıran bir proje. Anadolu bozkırında kendi kendine açıp solan kır çiçeklerini yaşama kazandırma projesi bu.
Sadece bir hafta ÇEK bünyesinde eğitim gören bir kız çocuğumuzun köyünü ziyarete gitmiştik. Annesinin şu sözlerini unutamam;
“Bizim köyde, kadınların kızların kahvelerin önünden geçmeleri çok hoş karşılanmaz.Kızım ise ilk haftadan sonra eve geldiğinde benim elimden tuttu ve kahvenin önünden geçtik.”
İşte alışkanlıklara, yoz geleneklere başkaldıran bir örnek. Bu örnekleri çoğaltmaktır en büyük dileğimdir.Çünkü ben bir öğretmenim.
Halkımızın mutluluğu, iyiliği, rahatı ve huzuru içindir mücadelem. Atatürk ilke ve devrimleriyle yoğrulmuştur hamurum. Bir kırçiçeği gibi baş gösteririm kırlarda, bayırlarda, kaya diplerinde. Bir kır çiçeği olur gönüllerde buram buram kokarım. Derman olurum acılı yüreklere, çaresiz bakan gözlere. Umut olurum, ışık olurum yoksul köy çocuklarına. Yaşamın anlamı olurum görmeyen gözlere, işitmeyen kulaklara yürüyemeyen ayaklara.
. Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da destanlar yazan Başöğretmen Mustafa Kemal olurum. Çünkü ben bir öğretmenim.
Yarınlara umutla bakmamızın biricik yoludur eğitim. Yolumuzu aydınlatacak olan Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimleri ve ilkeleridir. Aydınlık yüzlü aydınlık düşünceli , yurtsever eğitimcilere selam olsun.